Tıp Fakültesi Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Tiroid nodüllerinde ince iğne aspirasyon biyopsi sonucu bethesda III-IV olarak raporlanan olgularda ultrasonografi bulguları ve postoperatif patoloji sonuçlarının karşılaştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Karaevli, Çağıl; Polat, Fatin RüştüTiroid nodülleri sıkça karşılaşılan patolojilerdir. Tiroid nodüllerinin çoğu klinik bulgu vermemekle birlikte nodüller %90 civarında benign özelliktedirler. Tiroid nodüllerinin değerlendirilmesinde önemli olan tedavi edilmediğinde hastanın sağlığını etkileyecek tiroid kanserini tanıyıp aşırı teşhisten kaçınmaktır. Tiroid nodülleri şüphesinde ve nodüllerin özelliklerini saptamada ilk istenecek görüntüleme yöntemi ultrasonografidir. Nodülün sonografik özellikleri klinisyenlerin tiroid kanseri riski için çıkarım yapmalarını sağlamaktadır. Şüpheli nodüllerin sitolojik olarak incelenmesi için ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılır. Sitolojik sonuca göre tedavi yöntemi belirlenir. Sonografik özellikleri ve sitolojik inceleme sonuçlarını evrensel olarak ortak bir dille ifade etmek üzere çeşitli sistemler geliştirilmiştir. Görüntüleme için 'Amerikan Radyoloji Koleji Tiroid Görüntüleme Raporlama ve Veri Sistemi', sitolojik inceleme için ise 'Tiroid Sitopatoloji Raporlaması için Bethesda Sistemi' yaygın olarak kullanılmaktadır. Çalışmamızda Bethesda sistemine göre belirsiz olarak nitelendirilip tanısal tiroidektomi yapılmış hastalar geriye dönük olarak incelendi. Ameliyat sonrası histopatolojik oranları karşılaştırıldı. Belirsiz gruplarda tiroid kanseri teşhisi için nodül boyutlarının ve Amerikan Radyoloji Koleji Tiroid Görüntüleme Raporlama ve Veri Sistemi'nin katkısı sorgulandı. Tiroid nodül boyutunun tek başına kanser teşhisi için yardımcı olmadığı görüldü. Amerikan Radyoloji Koleji Tiroid Görüntüleme Raporlama ve Veri Sistemi'nin klinik karar alma aşamasında katkısı olduğu görülse de, istatistiksel olarak anlamlı bir fark oluşturmadığı sonucuna varıldı. Son yıllardaki gelişmelerle belirsiz gruptaki hastalar için moleküler testler kullanılmaya başlandı. Moleküler testlerin uygulanabilirliği yönündeki tek engel maliyeti olarak düşünülmektedir. Tiroid kanseri teşhisinde kullanılan invaziv tanısal yöntemler komplikasyonlara yol açabilmektedir. Standardizasyon sistemlerinin geliştirilmesi ve moleküler testlerin yaygınlaşmasıyla gereksiz girişimsel işlemlerin azaltılması hedeflenmelidir.Öğe Yoğun bakımda yatmakta olan hastalarda polimiksin kullanan hastalarla kolistin kullanan hastaların böbrek fonksiyon testlerinin karşılaştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Selçuk, Makbule Fulya Tutar; Kara, Sonat PınarYoğun Bakım Ünitelerinde (YBÜ) yatmakta olan hastalarda enfeksiyon hastalıkları, önemli bir mortalite ve morbidite sebebi olarak karşımıza çıkar. Antibiyotiklere karşı bakteriyel direnç de bu duruma katkıda bulunur. Polimiksin B ve kolistin, nefrotoksik ve nörotoksik yan etkileri nedeniyle kullanımı azaltılmış olan, ancak ÇİD mikroorganizmalara karşı etkinlikleri nedeniyle klinikte yeniden yer bulan, lipopeptid yapıda, eski antibiyotiklerdir. Polimiksin B ve kolistin arasında karşılaştırılabilir terapötik etkinliğe ve daha düşük nefrotoksik potansiyele sahip olan ilaç diğerine tercih edilecektir. Çeşitli komorbiditeleri olan YBÜ hastalarında tedavi sırasında ABH geliştirme potansiyelini karşılaştırmak için özel olarak tasarlanmış, yeterli istatistiksel güce sahip bir klinik çalışma halen yoktur. Çalışmamızda 1 Ocak 2017-1 Kasım 2022 tarihleri arasında Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi'nde Dahiliye Yoğun Bakım Ünitesi ve Anesteziyoloji ve Reanimasyon Yoğun Bakım Ünitesi'nde yatmış olan hastalar dahil edildi. Kolistin veya polimiksin B uygulanan 18-80 yaş aralığındaki hastaların retrospektif olarak değerlendirilerek böbrek fonksiyon testlerinin ve ABH gelişim oranlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamıza en az 7 gün süreyle antibiyoterapi uygulanmış olan, toplam 158 YBÜ hastası dahil edildi. Bu hastaların, tedavi süresince böbrek fonksiyon testleri ve KDIGO ABH kılavuzunca ABH gelişim oranları, gelişmişse ABH evreleri ve ABH oluşum süreleri, mortalite durumları incelendi. Sonuç olarak, çalışmamızda kolistin uygulanan hastalarda ABH gelişiminin, polimiksin B uygulanan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha sık olduğu görüldü (p=0,008). ABH gelişen hastalarda hangi günlerde ABH geliştiği incelenerek; 24.saatte gelişenler, 48.saatte gelişenler ve ilk 7 günde gelişenler olmak üzere 3 sınıfa ayrılmıştır. 24.saatte ve ilk 7 günde ABH gelişimi açısından kolistin ve polimiksin B uygulanan hastalar arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmazken 48.saatte ABH gelişimi açısından kolistin ve polimiksin B uygulanan hastalar arasında istatistiksel anlamlı fark saptandı (p=0,041). ABH gelişen hastaların, ABH gelişmeyen hastalara göre anlamlı derecede daha yüksek mortaliteye sahip olduğu görüldü (p=0,034). Polimiksin B veya kolistin uygulanıp ABH gelişen hastalarda mortalite oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p=0,930).Öğe Halluks valgus cerrahisinde yeni tanımlanan distal osteotominin distal chevron osteotomisi ile biomekanik olarak karşılaştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Dünki, Alper; Çetin, Mehmet ÜmitHalluks valgus ayakta görülen en sık deformitedir. Distal Chevron osteotomisi HV cerrahisinde yaygın olarak kullanılan ve kaynamama, redüksiyon kaybı, osteolizis gibi komplikasyonları nedeniyle literatürde bir çok farklı osteotomi yöntemi tanımlanmıştır. Bu çalışmada tanımlanan osteotomilerden Parmaksızoğlu osteotomisi ile distal Chevron osteotomisinin biyomekanik olarak karşılaştırması amaçlanmıştır. Aynı minral yoğunluğuna sahip birbirine eş 14 kemik model iki gruba ayırılıp skopi yardımı ile oluşturulan kesi kılavuzları ile Parmaksızoğlu ve distal Chevron osteotomisi uygulandı. Birer adet 3.5 mm' lik başsız kompresyon vidası ile tespit edildi. Çalışmada iki deney grubundan da birer numune siklik yüklenme kuvvetinin belirlenmesi için maksimum kuvvet ile sakriyife edildi. Kalan numuneler biyomekanik testler için MTS 858 Mini Bionix II cihazına çelik pota 15° açı ile yerleştirilerek numunelere 0-10 N' a kadar 1000 siklus aksiyel yüklenme ile yorgunluk testi yapıldı. Başlangıç-200-400-600-800-1000. siklus rijidite, dorsal angulasyon ve deforme edici kuvet değerlerinin hesaplamaları MATLAB R2022b ile gerçekleştirildi. Chevron osteotomisi grubunda 1000. siklus ortalama rijidite değeri 3,69 N/mm (SS:3,19), 1000. siklus ortalama dorsal angulasyon değeri 1,95°(SS:1,14), deforme edici kuvvet değeri ortalama 20,14 N (SS:10,64) olarak ölçülmüş; Parmaksızoğlu osteotomisi grubunda 1000. siklus ortalama rijidite değeri 2,28 N/mm (SS:0,75), 1000. siklus ortalama dorsal angulasyon değeri 2,12°(SS:1,21), deforme edici kuvvet değeri ortalama 26,72 N (SS: 18,66) olarak ölçülmüş ve bu iki grup arasında rijidite, dorsal angulasyon ve deforme edici kuvvet yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Çalışmada Parmaksızoğlu osteotomisi ile Chevron osteotomisi rijidite, dorsal angulasyon ve deforme edici kuvvet yönünden karşılaştırılmış ve istatistiksel olarak bu iki tekniğin birbirine istatistiksel olarak anlamlı bir üstünlüğü görülmemiştir. Literatürde biyomekanik HV çalışmaları incelendiğinde osteotomi tekniğinin karşılaştırıldığı biyomekanik çalışmaların sayısı yetersiz görülmüştür. Aynı osteotomi üzerinde farklı fiksasyon tekniklerinin biyomekanik olarak karşılaştırıldığı çalışmalar literatürde daha çok görülmektedir.Öğe İzole ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu ve ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu ile birlikte menisküs cerrahileri yapılan hastaların klinik sonuçlarının karşılaştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Amıry, Mohammad; Dinçel, Yaşar MahsutÖn çapraz bağ yırtıkları diz ekleminde özellikler futbol ve basketbol gibi sportif aktivitelerin, trafik ve iş kazaların sonucunda sıklıkla meydana gelebilen yaralanmalardır. Öte yandan çapraz bağ kopması ile birlikte menisküs yırtıkları eşlik edebilir. Özellikle aktivite düzey yüksek bireylerde veya sporcularda hayat kalitesini oldukça etkilenir. Retrospektif olan bu çalışmamızda izole ÖÇB rekonstrüksiyonu ve ÖÇB rekonstrüksiyonu ile birlikte menisküs tamiri veya menisküs rezeksiyonunun klinik sonuçlarını karşılaştırmak amaçlanmıştır. İzole ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu grubunda 4 kadın ve 25 erkek, ÖÇB rekonstrüksiyonu ile birlikte menisküs tamiri yapılan grubunda 6 kadın ve 21 erkek, ÖÇB rekonstrüksiyon ile birlikte menisektomi yapılan grubunda 4'ü kadın 21'i erkek hasta dahil edildi. Tüm hastalarımız transtibial, dörtlü hamstring otogreft ile tek demet ve tek tünel endobutton yöntemiyle opere edildi. Menisküs yırtıkları ise tamamen içerde yöntemle onarıldı. Tüm grupların demografik özellikler, preop ve postop birinci yılda fonksiyonel skorlamaları (Lysholm, Tegner, Cicinnati ve İKDC), preop ve postop 1. yıl ön çekmece testi ve lachman testleri, yaralanma-operasyon arasında geçen süreleri, menisküsün yırtık tipi ve posterior tibial eğim açıları karşılaştırıldı. Menisküs rezeksiyonu yapılan grubun %56'si 12. aydan sonra ameliyat olup hastaların menisküs yırtıkların onarıma uygun olmayan bir menisküs yırtığı paternine karşılaşma olasılığı artmış olduğu görüldü. Her üç grubun post-op fonksiyonel sonuçları preop sonuçlarına göre anlamlı düzeyde yüksek ve her üç grubun erken dönemde klinik sonuçları tatmin edici seviyede saptadık. Tegner aktivite düzeyi skoru ön çapraz bağ rekonstrüksiyon ile beraber menisküs onarımı olan grupta menisküs rezeksiyonu yapılan grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek saptadık.Öğe Postoperatif cerrahi onkoloji hastalarında APACHE II, SAPS II skorlama sistemleri ve CRP albümin oranının prognozu öngörmedeki rolleri(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Serihan, Orhan; Bali, İlhanBu çalışmada, 2019-2023 yılları arasında gastrointestinal sistem malignitesi nedeniyle ameliyat edilen ve postoperatif yoğun bakım ünitesine yatırılan 158 hastanın kayıtları incelenerek, APACHE II, SAPS II skorlama sistemleri ve CRP/Albümin oranının prognozu öngörmedeki rolleri değerlendirilmiştir. Hastaların demografik verileri, ek hastalık varlığı, ek rezeksiyon durumu gibi faktörler dikkate alınarak hastalar; exitus, yoğun bakım ünitesi yatış süresi ve toplam postoperatif hastane yatış süresi olmak üzere 3 ana gruba ayrılmıştır. Exitus olan grupta; yaş, yoğun bakım ünitesi yatış süresi, 2. yoğun bakım ünitesi yatışı, ek rezeksiyon varlığı, ilk 24 saat mekanik ventilasyon ihtiyacının devam etmesi, APACHE II ve SAPS II skorları anlamlı yüksek bulunmuştur. Yoğun bakım ünitesi yatış süresi >3 gün olan grupta ise ek hastalık oranı, 2. yoğun bakım ünitesi yatışı, ek rezeksiyon varlığı, mekanik ventilasyon ihtiyacının devamı, exitus oranı, APACHE II ve SAPS II skorları anlamlı yüksek saptanmıştır. Toplam postoperatif hastane yatış süresi >14 gün olan grupta yaş, ek rezeksiyon oranı, preoperatif hastanede kalış süresi, 2. yoğun bakım ünitesi yatışı ve yoğun bakım ünitesi yatış süresi >3 gün olanların oranı anlamlı yüksek bulunmuştur. Öte yandan CRP, albümin ve CRP/Albümin oranının prognozla ilişkili olmadığı görülmüştür. Sonuç olarak, bu spesifik hasta grubunda APACHE II ve SAPS II skorlama sistemlerinin prognozu öngörmede etkili olduğu, ancak CRP/Albümin oranının prognoz belirleyici bir gösterge olmadığı saptanmıştır. Çalışmamız, cerrahi onkoloji hastalarında skorlama sistemlerinin prognostik değerinin yanı sıra hastaların genel durumunu ve komplikasyon risklerini değerlendirmede önemli bir rehber olabileceğini ortaya koymuştur.Öğe Ön çapraz bağ rekonstrüksiyonuyapılan hastalarda rerüptür açısından risk parametrelerinin değerlendirilmesi ve analizi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Kanlıkama, Mehmet; Çetin, Mehmet ÜmitÇalışmamızda ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu sonrası rerüptür gelişiminde rolü olduğu düşünülen risk parametrelerinin sonuçlarını ortaya çıkarmak. Ön çapraz bağ rerüptürü gelişimine sebep olabilecek yumuşak doku (ALL),kemik morfolojisi (LFKO,PTLE,PTME VE NOTCH HACMİ gibi…) ve anatomik olmayan tünel yerleşimlerini çeşitli görüntüleme yöntemleri ile uygun metodlarla ölçümlerini yapıp geniş radyografik sonuçlar ortaya çıkarmak Tekirdağ Üniversite Hastanesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde ve Gaziosmanpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde 2014-2023 tarihleri arasında ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu yapılan ve rerüptür gelişen hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu yapılan 120 ve rerüptür gelişen 55 hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hasta gruplarının sosyodemografik özellikleri(yaş, cinsiyet), diz tam ap ve yan grafide(tibial slope, tibia ve femoral tünel eğim açıları gibi…), diz mr(proksimal tibial medial ve lateral eğim,proksimal tibial medial derinlik ve proksimal tibial lateral yükseklik, notch indeks gibi…) radyoljik ölçümler kaydedildi. . Gruplar arasındaki tüm elde edilen verilere spss 20.0 (statistical package for social sciences) programı kullanıldı. Dizin lateral kompartmanını oluşturan kemik morfolojisinin rerüptür gelişiminde rolü olduğunu saptadık. Distal femoral kemik morfolojisini oluşturan lateral femoral kondil ve notch volümünün rerüptür açısından insidans artışlarına sebep olacağını saptadık. Proksimal tibia kemik morfolojisini oluşturan proksimal tibia lateral eğim, proksimal tibia medial derinlik gibi yapıların rerüptür lehine risk oluşturabileceği sonuçlarını elde ettik. Anahtar kelimeler: Diz Anatomisi, Medial Proksimal Tibial Açı, Ön Çapraz Bağ, Posterior Tibial EğimÖğe Acil serviste kardiyopulmoner resüsitasyon uygulanan vakaların geriye dönük incelemesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Dünki, Merve Yaylagül; Bıçakçı, Sercan; Bıçakçı, NurcanAmaç: Bu çalışmada acil servise KPA ile başvuran ve KPR uygulanan olgular incelenmiş, demografik ve klinik özellikleri, KPR başarısı ve oranı, KPR sonrası SDGD' nin sağlanması, olgularda kullanılan ilaçlar, olguların komorbid hastalıkları, arrest ritmi, olguların başvuru saat dilimi, KPR süresi gibi iyileşme sonuçları, prognoz ve sağkalımı etkileyen faktörler belirlenerek literatüre katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Acil Servisi' ne 01/01/2019 ile 31/12/2022 tarihleri arasında başvuran KPA olgularından KPR uygulanan 162 hasta belirlendi. Bu olgulardan acil servise eksitus duhul (dışarıdan acile ölü olarak) getirilen, 18 yaş altında olan ve çalışma için yeterli verilere ulaşılamayan 1 hasta çalışma dışı bırakılarak 161 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastane sistemi ve hasta dosyasından toplanan verilere göre olgular; KPR sonucuna göre SDGD/eksitus, yaş aralığı (18-65 yıl ve >65 yıl), cinsiyet, arrest yeri (hastane içi/dışı), arrest ritmi (asistoli, NEA, VF, nVT), KPR süresi (<45 dk, >45 dk), olguların başvuru saat dilimi, arrest nedenleri, komorbid hastalıkları, defibrilatör kullanımı ve uygulanan araçlara göre gruplandı. Veriler IBM SPSS V21 ile analiz edildi. Bulgular: Çalışmada hastaların %68,9' u erkek, %31,1' i kadın cinsiyette görüldü. Hastane içi KPA olgularının oranı %14,9, hastane dışı %85,1 olarak saptandı. En sık görülen arrest ritmi %67,7, VF %25,4 olarak görüldü. Kardiyak nedenli KPA olguları %55,2 olarak görüldü. KPR başarısı olarak SDGD oranı hastane içi %45,8 ve hastane dışı %7,2 olarak saptandı. Tartışma ve Sonuç: Çalışamada, KPA olgularında erkek cinsiyet daha fazla görülmüştür. KPA' nın en sık etiyolojisi kardiyak nedenler olarak saptanmıştır. Hastane içi KPA olgualrında SDGD oranı daha yüksek bulunmuştur. KPA hastalarında komorbiditelerden en sık hipertansiyon görülmüştür. KPR süresinin 45 dk' dan kısa olması KPR başarısını arttırmaktadır. Şoklanabilir ritimlerde SDGD oranı daha yüksek bulunmuştur. KPA olgularının yaş dağılımına bakıldığında kardiyak nedenler, solunum yetmezliği, SVO ve onkolojik nedenler 65 yaş üzeri hastalarda daha sık görülmüştür. Travma ve intoksikasyon ise daha çok 18-65 yaş arası grupta yaygın görülen KPA nedenleri arasında bulunmuştur.Öğe İnguinal herni operasyonlarında ultrasonografi eşliğinde ilioinguinal-iliohipogastrik blok, transversus abdominis plan bloğu ve kuadratus lumborum bloğunun postoperatif analjezik etkinliğinin karşılaştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Özdemir, Meltem Savaş; Arar, Makbule Cavidanİnguinal herni, özellikle erkek cinsiyette c?ok sık tespit edilen ve alt batın cerrahilerinin en sık nedenidir. Postoperatif akut ag?rı gelişmesi ve o?zellikle de akut ag?rının kronik ag?rıya do?nu?s?mesi postoperatif do?nemin en önemli problemidir. Bu c?alıs?mada, spinal anestezi altında inguinal herni cerrahisinin yapılacag?ı hastalarda postoperatif analjeziyi etkin kılmak, ag?rının kronikles?mesini önlemek, ag?rı skorlarında azalmayı sag?lamak, toplam opioid tu?ketimi ile opioid ilişkili gelis?en yan etkileri azaltmak amac?lanmıs?tır. Çalışmaya 18-75 yas? aralıg?ında, ASA sınıflaması 1 ve 2, tek taraflı inguinal herni operasyonu uygulanan 80 hasta dahil edildi. Hastalar spinal anestezi sonrası ilioinguinal-iliohipogastrik blok uygulananlar, TAP blok uygulananlar, KLB uygulananlar ve kontrol grubu olmak üzere 4 gruba ayrıldı. Blok uygulanan her 3 grupta da bloklar preoperatif do?nemde 20 mL %0,25 bupivakain kullanılarak uygulandı. Hastaların hepsine ameliyat ic?in 15 mg %0,5 hiperbarik bupivakain kullanılarak spinal anestezi uygulandı ve postoperatif do?nemde de tramadol ile hasta kontrollu? analjezi (HKA) (100 mL serum izotonik ic?ine 300 mg tramadol konularak 3mg/cc olacak s?ekilde hazırlanarak, 3 mL/saat infu?zyon dozu, 5 mLbolus doz, 4 saat kilit zamanı ve 24 saat takılı kalacak s?ekilde ayarlanarak) uygulandı. HKA ile tramadol bolusu yapılmasına rag?men istirahat vizu?el analog skala (VAS) skoru >4 oldug?unda ek analjezik olarak IV parasetamol uygulandı. O?lc?u?m olarak, hastaların ameliyat sonrası postoperatif bakım u?nitesi (PABÜ), 1, 2, 6, 12 ve 24. saatlerdeki istirahat ve hareket halinde VAS skorları, HKA ile opioid kullanımına bag?lı bulantı-kusma gibi yan etkilerin olup olmadıg?ı, kullanılan tramadol bolus ve infu?zyon toplam doz miktarı ve ek analjezik olarak yapılan parasetamol miktarı kullanıldı. İliooinguinal-iliohipogastrik blok, TAP blok ve KLB grubunda kontrol grubuna göre VAS skorları, postoperatif 24 saatlik tramadol tu?ketimi, opioid kullanımına bag?lı gelis?en yan etkiler ve ek analjezik gereksinimi ortalama olarak daha düşük bulundu ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi. İlioinguinal-iliohipogastrik blok grubunda ortalama VAS skorları ve ek analjezik gereksinimi TAP blok ve KLB grubuna go?re daha du?s?u?k bulundu ancak bu fark da istatiksel olarak anlamlı bulunmadı. C?alıs?mamızda multimodal analjezinin bir parc?ası olarak ultrasonografi es?lig?inde uygulanan ilioinguinal-iliohipogastrik bloğun TAP blok ve KLB'ye göre spinal anestezi ile inguinal herni cerrahisi yapılan hastalarda VAS skorlarını düşük tuttuğunu ve her üç bloğun da analjezi kalitesini iyileştirdiğini ve hasta konforunu arttırdığını gözlemledik. Sonuç olarak her üç bloğun da spinal anestezi kalitesini arttırdığı ve kullanılabilir olduğu kanısına vardık. Anahtar kelimeler: İnguinal herni; İlioinguinal-iliohipogastrik blok; Transversus abdominis plan bloğu; Kuadratus lumborum blokÖğe Daha önce biyolojik ajan kullanmamış psöriazis tanılı hastaların biyolojik ajan kullanımı sürecinde serum sitokin (TNF-?,IFN-?2, IFN-?, IL-1ß, IL-6, IL-8, IL-10, IL-12p70, IL-17A,IL-18, IL-23, IL-33, MCP-1) değerlerindeki değişimlerin değerlendirilmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Bulut, Tutku; Zorlu, ÖzgePsöriazis, immün aracılı kronik inflamatuar bir deri hastalığıdır. Proinflamatuar sitokinler patogenezde önemli bir role sahiptir. Mevcut tedaviler temel olarak TNF-?, IL-12, IL-17 veya IL-23 yolakları üzerinde etkilidir. Tedavi öncesi sitokin düzeylerinin belirlenmesinin, hastalık aktivitesinin izlenmesi ve kişiselleştirilmiş tedavi seçimi için yararlı biyobelirteçler olarak kullanılabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, psöriazis hastalarında hastalık şiddetini, tedavi yanıtını ve hastalık prognozunu tahmin etmeye yardımcı olabilecek biyobelirteçlerin oluşturulmasına katkıda bulunmak ve sağlıklı kontrollerle karşılaştırmaktır. Biyolojik naif 40 psöriazis vulgaris hastası ve 15 sağlıklı bireyde biyolojik ajanlarla tedaviden önce ve tedaviden dört ay sonra sitokinlerin (TNF-?, IFN-?2, IFN-?, IL-1?, IL-6, IL- 8, IL-10, IL-10, IL-12p70, IL-17A, IL-18, IL-23, IL-33, MCP-1) serum seviyelerindeki değişiklikleri analiz ettik. Sitokin seviyelerinin belirlenmesi için flow sitometri yöntemi (LEGENDplexTM Multi-Analyte Flow Assay Kit Human Inflammation Panel 1, 13 Plex with V-bottom Plate [BioLegend, San Diego, CA]) kullanıldı. PAŞİ (Psöriazis Alan Şiddet İndeksi) ve DYKÖ (Dermatoloji Yaşam Kalitesi Ölçeği) skorları dahil olmak üzere klinik ve demografik bilgiler kaydedildi. Ayrıca, akut faz reaktanları (CRP, ESH, ferritin, albümin) tedaviden önce ve dört ay sonra ölçüldü. Elde edilen veriler NCSS 2007 istatiatik yazılım programı kullanılarak analiz edilmiştir. Tedavinin dördüncü ayındaki PAŞİ ve DYKÖ skorları başlangıca kıyasla anlamlı derecede düşük bulunmuştur (sırasıyla p=0.000, p=0.0001). Sitokin değerleri incelendiğinde; hastaların tedavi sonrası IFN-? seviyelerinde yükselme görüldü (p=0,007). Hastaların tedavi öncesi IL-33 ve IL-1? seviyeleri sağlıklılardan düşük bulundu (p=0,045) fakat tedavi öncesi ve sonrası bu sitokinlerin ortalamaları arasında değişiklik olmadı. Biyolojik ajanlar arasında IL- 17A fark düzeyleri sadece sekukinumab kullanan hastalarda daha yüksek bulundu (p=0.022). Sekukinumab grubunun tedavi öncesi ve sonrası IL-17A farkı diğer ilaçlardan daha yüksekken (p=0.004 p=0.009), diğer biyolojik ajanlar arasında istatistiksel bir fark gözlenmedi (p>0.05). Hastalık başlangıç yaşı, PAŞİ ve DYKÖ ile sitokin seviyeleri arasında korelasyon saptanmadı. Hastaların ESH, CRP ve ferritin değerleri tedavi öncesinde sağlıklı kontrollerden daha yüksekti (sırasıyla p=0.011, p=0.022 ve p=0.037). Ancak, psöriazis hastalarında tedavi sonrasında sadece ESH azaldı (p=0.027). Bu çalışmada serum sitokin düzeylerinde anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Ancak literatür, serum seviyeleri değişmeden kalabilirken, doku seviyelerinin önemli ölçüde farklı olabileceğini göstermektedir. Gelecekteki çalışmalar hem serum hem de doku düzeylerinde sitokin analizlerini içermelidir.Öğe Kronik hepatit B tanılı hastalarda, RDW, NLR, MPV testlerinin, karaciğer histopatolojisini öngörmedeki tanısal değeri; retrospektif bir çalışma(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Yıldız, Emre; Erdem, İlknur; Tuna, NazanHepatit B Virüsü (HBV) insanları enfekte edebilen zarflı bir DNA virüsüdür. Virüsün yüzey antijeninin (HBsAg) serumda 6 ay veya daha uzun süreli pozitif kalması durumu kronik hepatit B enfeksiyonu (KHB) olarak adlandırılmaktadır. KHB'nin klinik takibinde özellikle antiviral tedavi endikasyonunun belirlenmesinde karaciğer biyopsisi altın standart yöntemdir. Karaciğer biyopsisinin invaziv bir girişim olması, ciddi morbidite ve mortalite kaynağı olabilmesi sebepleriyle yeni yöntem arayışları devam etmektedir. Çalışmamızda KHB tanılı hastaların klinik takiplerinde antiviral tedavi endikasyonu belirlenirken rutin tam kan tetkikinde ölçülen MPV, NLR ve RDW değişkenlerinin karaciğer biyopsi sonucunu öngörmedeki değerinin araştırılması amaçlandı. İkincil amaç olarak ise tedavi başlanan hastaların 6. ay takipleri ile aynı parametrelerin tedavi takibindeki değeri araştırıldı. 01.01.2010 ile 01.01.2023 tarihleri arasında hastanemize başvurusu bulunan ve çalışma kriterlerini sağlayan 102 KHB tanılı hasta çalışmaya dahil edildi. Karaciğer biyopsisi sonucuna göre tedavi grubunda 66 hasta kontrol grubunda ise 36 hasta yer aldı. Tüm örneklemin yaş ortalaması 42,9 yıl idi. Tedavi grubunun %62,1'i kontrol grubunun ise %55,6'sı erkek cinsiyette idi. Tedavi ve kontrol grubu cinsiyet ve yaş değişkenleri açısından benzer bulundu (p>0,05). Tedavi ve kontrol grubu arasında MPV, NLR ve RDW değişkenleri açısından fark yoktu (p>0,05). Tedavi grubunun 6 aylık takibinde MPV değerinin azaldığı (p=0,019), NLR değerinin değişmediği (p>0,05) ve RDW değerinin arttığı (p=0,006) bulundu. Ek olarak AST, ALT ve FİB4 değişkenlerinin tedavi grubunda kontrol grubundan daha yüksek olduğu, tedavi alan grubun tedavi sonrasında öncesine göre de daha düşük olduğu belirlendi (p<0,05). Ek olarak bu değerlerin patolojide belirlenen fibrozis ve nekroinflamasyon skorları ile korele olduğu bulundu (p<0,05). KHB hastalarında tam kan tetkiki ile ölçülen MPV, NLR ve RDW değişkenlerinin antiviral tedavi endikasyonunu öngörmede karaciğer biyopsisinin yerini alamayacağı sonucuna varıldı. Bu parametrelerden MPV'nin antiviral tedavi yanıtı takibinde umut vadedici olduğu düşünüldü. AST, ALT ve FİB4 değişkenlerinin ise hem tedavi endikasyonunda hem de tedavi yanıtı takibinde fayda sağlayabileceği öngörüldü.Öğe Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Hastanesi Aile Hekimliği polikliniğine başvuran 18-45 yaş arası erkeklerin HPV ve HPV aşısı ile ilgili farkındalık ve bilgi düzeylerinin belirlenmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Öztürk, Süleyman; Varol, Aydan ÇevikBu çalışma 18-45 yaş arası erkek hastaların HPV ve HPV aşısı ile ilgili farkındalık ve bilgi düzeylerinin belirlenmesi ve arttırılması amacıyla yapıldı. Bu çalışma tek merkezli, tanımlayıcı ve kesitsel nitelikte bir çalışma olarak planlandı. Çalışmaya Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniğine başvuran hastalardan 255 hasta dahil edildi. Veriler 01.07.2023-01.12.2023 tarihleri arasında, yüz yüze yapılan anket formu ile toplandı. Anket formunun içeriğinde katılımcılarla ilgili sorular, literatür taranarak hazırladığımız ve kapsam geçerlilik indeksi 0.98 olan HPV ve HPV aşısı ile ilgili farkındalık ve bilgi anketi yer aldı. Elde edilen veriler Statistical Package for Social Sciences (SPSS) 15.0 istatistik paket programında değerlendirilmiştir. Tanımlayıcı istatistikler sayısal değişkenler için ortalama, standart sapma, ortanca, kategorik değişkenler için sayı ve yüzde olarak verilmiştir. Geçerlik ve güvenirliğin değerlendirilmesinde Açımlayıcı Faktör analizi uygulanmış olup maddelere ilişkin faktör yükleri, madde toplam korelasyon değerleri, Cronbach alfa değeri hesaplanmıştır. Doğrulayıcı faktör analizi R studio paket programı ile gerçekleştirilmiştir. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Kolmogorov-Smirnov testi ile değerlendirilmiş olup verilerin normal dağılıma uymaması nedeni ile Mann-Whitney U testi ve Kruskal Wallis testleri kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olduğunda anlamlı kabul edilmiştir. Erkeklerin 152'si(%59,6) HPV ile ilgili bilgi edinmemiş olduğunu, 250'si (%98,0) HPV aşısı olmadığını, 102'si (%40,0) HPV aşısı olmayı düşünmediğini, 144'ü (%56,5) HPV aşısına ulaşmanın zor olduğunu düşündüğünü bildirdi. Çalışma grubunda yer alan erkeklerin anketten aldıkları puan ortancası (min-maks) 24,0(6,0-32,0) olup ortalaması (SS) 23,20 olarak saptandı. Bu çalışmanın sonuçları erkeklerin yarısından fazlasının HPV aşısını duymadığını, erkeklerin tamamına yakınının HPV aşısını yaptırmadığını ve çoğunluğunun aşıya ulaşmanın zor olduğunu düşündüğünü gösterdi. Bununla birlikte, erkeklerin genel HPV bilgileri ortalama ve mevcut HPV aşılama programına yönelik bilgileri ise düşük seviyede idi. Ayrıca erkeklerin HPV ve HPV aşısı ile ilgili farkındalık ve bilgi anketi puanları ortalama düzeyde idi ve HPV bilgisi erkeklerin tutum ve davranışlarını etkiliyordu. Erkeklerin genel HPV ve HPV aşısına yönelik bilgilerinin artırılmasına yönelik girişimlerin gerçekleştirilmesi önerilebilir. Böylece erkeklerinde aşılama oranları arttırılarak HPV' nin eliminasyonuna katkı sağlayacak sürü bağışıklığı oluşması sağlanabilir. Koruyucu hekimlik hizmetlerinde rol alan aile hekimleri olarak toplumun sağlık bilincini artırmak, hastalıkları önlemek ve erken teşhis ile tedavi etmek gibi önemli bir rol üstlenmekteyiz. Bilgi eksikliğinin giderilmesi de bu sürecin önemli bir parçasıdır. Yapılacak olan sürekli eğitimler ve bilgilendirmeler ile HPV aşısına ilginin ve farkındalığın artacağını düşünmekteyiz.Öğe Subakut/kronik bel ağrısında lomber faset eklem tropizmi, paraspinal kas yağlı atrofisi, sagittal spinopelvik parametreler arasındaki ilişki(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Yılmaz, Ertan; Ustaömer, KübraBu çalışmada subakut ve kronik dönem bel ağrılı hastalarda Pİ-LL uyumsuzluğu ve Pİ parametresinin, FT ve paraspinal kaslar üzerine etkisini araştırmayı ve bu sayede bel ağrısında etkili olan mekanik faktörlerle ilgili bilgimizi artırmayı amaçladık. Çalışmamız retropektif kesitsel olarak planlandı. Dört hafta ve üzeri non-spesifik bel ağrısı olan, 30-65 yaş arası, toplam 105 hasta çalışmaya dahil edildi. Lateral lomber grafi görüntüleri üzerinden spinopelvik açıları; MRG görüntüleri üzerinden faset tropizm değerleri paraspinal kas yağlı atrofi düzeyleri değerlendirildi. Hastalar Pİ-LL uyumsuzluğuna göre "var- 2 gruba, Pİ derecesine göre 3 gruba ayrılıp her seviyede FT ve paraspinal kas yağlı atrofisi ile ilişkisine bakıldı. Hasta grupları arasında VAS, ODİ, İBAS ölçekleri ve ağrı süresi parametreleri karşılaştırıldı. Ek olarak hastalar L3-4 seviyesi paraspinal kaslarındaki yağlı atrofi düzeylerine göre lomber bölgedeki her seviye için FT varlığı ve derecesi değerlendirildi. Çalışmamızın sonuçlarına göre Pİ-LL uyumsuzluğu olan grupta, uyumsuzluk olmayan gruba göre L4-5 ve L5-S1 seviyelerinde FT varlığı, L5-S1 FT derecesi (7,1 (0,6- 34,5) vs 4,05 (0,1 - 28,7)) ; VAS, ODİ skorları ve ağrı süresi istatistiksel anlamlı olarak daha yüksektir (p<0,05). Pİ açı derecesi ile FT varlığı, derecesi, bel ağrısı süresi ve ölçek skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>0,05). Pİ-LL uyumsuzluğu ile paraspinal kas yağlı atrofi dereceleri incelendiğinde L2-3 MF kası için, Pİ-LL uyumsuzluğu olanlarda (1,39 ± 0,63) yağlı atrofi derecesi uyumsuzluk olmayanlara (1,13 ± 0,62) göre istatiksel anlamlı olarak daha fazladır (p=0,039). Pİ derecesine göre paraspinal kas yağlı atrofi derecesi incelendiğinde Pİ derecesi "azalmış" grup diğer gruplardan farklılık göstermiştir ve bu grupta yağlı atrofi derecesi istatiksel anlamlı düzeyde daha fazladır (p=0,005). L3-4 seviyesi paraspinal kasları yağlı atrofisine göre göre FT incelendiğinde; PM kası için, OŞ grupta HO gruba göre L1-2 FT varlığı istatistiksel anlamlı düzeyde daha fazladır (p=0,006). Aynı kas için L4-5 FT varlığı, OŞ grupta belirgin olarak artmış ise de istatistiksel anlamlılığa ulaşmamıştır (p=0,076). FT açı değerlerine bakıldığında ise L4-5 FT derecesi OŞ grupta (9,9 (0,2 - 23,3)), HO grubuna (5,75 (0 - 26,3)) göre istatiksel anlamlı düzeyde daha yüksektir (p=0,042). L1-2 FT derecesi ise OŞ grupta (7,3 (0,4- 19,1)) HO gruba (4 (0,1- 17,3)) göre yüksek olsa da istatiksel anlamlı boyuta ulaşmamıştır (p=0,051). L3-4 ES kası yağlı atrofi grubuna göre, L1-2 FT derecesi OŞ grupta (5,1 (0,4- 19,1)) HO gruba (3,7 (0,1- 14,5)) göre yüksek olsa da istatiksel anlamlılığa ulaşmamıştır (p=0,053). Aynı kas için diğer seviyelerde FT varlığı ve FT dereceleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir bağlantı yoktur (p>0,05). L3-4 MF kası yağlı atrofi grubuna göre , L1-2 FT varlığı OŞ grupta HO gruba göre istatiksel anlamlı düzeyde daha fazladır (p=0,02). Aynı kas için FT derecesi değerlendirildiğinde L1-2 FT dercesi OŞ grupta (5,9 (0,1- 19,1)) HO gruba (3,5 (0,3- 14,5)) göre istatistiksel anlamlı düzeyde daha yüksektir (p=0,009). Pİ açı derecesi ve Pİ-LL uyumsuzluğu hem lomber omurga mekaniğinde etkili diğer lomber yapılar hem de bel ağrısıyla ilişkili olabilir. Bu ilişkinin segment spesifik yorumlanması ve bel ağrısındaki klinik öneminin net olarak belirlenmesi için kontrol grubunun dahil ediliği, daha yüksek hasta sayısı ile yapılan çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Orta ve yüksek riskli kasa invaze olmayan mesane kanseri hastalarında intravezikal bcg yanıtını öngörebilecek klinik, patolojik ve inflamatuar faktörler(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Ateş, Hüseyin; Akgül, Hacı MuratBCG (Bacillus Calmette Guerin) yalnızca rekürrensi değil aynı zamanda progresyon oranlarını azaltarak günümüzde kasa invaze olmayan mesane kanserinde (KİOMK) altın standart tedavi seçeneğidir. Ancak BCG cevabı birçok faktöre bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Çalışmamızda klinikopatolojik faktörlerin yanında; SII (Sistemik immün-inflamasyon indeksi), NLR (Nötrofil lenfosit oranı), PLR (Trombosit lenfosit oranı) ve LMR (Lenfosit monosit oranı) değerlerinin BCG cevabını öngörmedeki yeri incelendi. Ocak 2010 – Mart 2023 tarihleri arasında kliniğimizce takibi yapılmış 163 KİOMK hastası çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik, klinik, patolojik verileri, EAU risk grubu, Tur-m öncesi NLR, PLR, LMR ve SII değerleri incelendi. Hastalar BCG duyarlı ve cevapsız (refrakter) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Gruplar arasında klinikopatolojik ve inflamatuar faktörler karşılaştırıldı. Ayrıca nüks ve progresyon durumuna göre ayrı ayrı gruplandırılarak inflamatuar parametreler karşılaştırıldı. Gruplar arasında cinsiyet, tümör evre ve derecesi, multifokalite, prostatik üretra ve mesane boynu tutulumu, histolojik alt tip ve primer/rekürren hastalık açısından anlamlı fark yoktu. Yaşlı hastalarda (>65), Üst üriner sistem tümörü (ÜÜST) hikayesi olanlarda, solid morfolojiye sahip ve CIS eşlik eden tümörlerde, re-TURm'da yüksek dereceli tümör olanlarda ve EAU yüksek risk grubundaki hastalarda daha yüksek oranda BCG cevapsızlığı izlendi. BCG cevapsız grupta SII, NLR ve PLR değerleri BCG duyarlı hastalara göre daha yüksekti. SII cut off değeri 561,9 olarak belirlendi. CIS, ÜÜST hikayesi, solid tümör morfoloji, re-TURm'da yüksek dereceli tümör varlığı, yüksek SII, NLR ve PLR değerleri BCG cevabı, nüks ve progresyonu öngörebilir. Bu hasta gruplarında intravezikal BCG tedavisi yerine radikal küratif tedavi seçenekleri daha çok tercih edilebilir. Anahtar Kelimeler: Mesane Kanseri, BCG Cevabı, İnflamatuar Faktörler, BCG RefraktörÖğe Prostat kanserinde aktif izlem hastalarının belirlenmesinde PSMA-pet ek katkı sağlar mı?(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Keleş, Anıl; Yazıcı, Cenk Murat; Doğan, ÇağrıProstat kanseri erkeklerde akciğer kanserinin ardından en sık görülen 2. kanser türüdür. 2020 yılında dünyada ortalama 1,4 milyon yeni tanı alan prostat kanseri hastası bulunmaktadır (1,2). Günümüz teknolojisinde dahi erkekler arasında mortaliteye sebep olan en sık 3. kanser olarak varlığını sürdürmektedir (1). Aktif izlem, düşük risk grubunda bulunan prostat kanseri tanılı hastalara herhangi bir küratif tedavi vermeden hastaların düzenli aralıklarla takip edilmesidir. Aİ tedavisinin son zamanlarda giderek önem kazanması bu tedaviye dahil edilme kriterlerinin önemini arttırmaktadır. Fakat bazı dezavantajları mevcuttur. Bunlar Aİ'ye dahil edilme kriterlerinin net olarak belirlenememesi, hastalığın progresyon riskini öngörememe gibi durumlardır. Bizim amacımız da Aİ için hasta seçiminde PSMA-PET/BT'den faydalanarak olası yeni endikasyonlar bulmak, Aİ'ye dahil edilecek hastaların seçiminde PSMA-PET/BT'nin katkısını araştırmaktır. 2017-2022 yılları arasında radikal prostatektomi ameliyatı olmuş hastalardan kriterlerimize uyan toplam 44 hasta çalışmaya dahil edildi. Biyopsi patolojilerinde GS (3+3) olan bu 44 hasta cerrahi sonrası patolojilerine göre GS (3+3) olarak kalanlar ve GS>(3+3) olarak değişenler olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Bu iki grup arasındaki kliniko-demografik veriler ve çekilen görüntülerden elde edilen parametreler karşılaştırıldı. Bu parametreler ortalama tümör hacmi (MTV), ortalama tümör hacmi/prostat hacmi, prostatın housefield üniti, seminal vezikül ve lenf nodu tutulumu, prostatın SUVmax değeri, dalak ve karaciğerin SUVmax değerleri, prostat SUVmax değerlerinin dalak ve karaciğere oranları ve tümör lokalizasyonları olarak belirlendi. Bu 2 grup arasında bahsedilen parametreler açısından istatistiksel anlamlı farklılık izlenmedi. Yeterli sayıda hasta popülasyonunu sağlayamadığımızı bu sebeple istatistiksel anlamlı verilere ulaşamadığımızı düşünüyoruz. Daha geniş popülasyonlu ve kapsamlı çalışmaların bu konuda anlamlı sonuçlara ulaşacağını ve Aİ'ye hasta seçme konusunda PSMA-PET/BT'nin katkı sağlayacağını ve dahil edilme kritelerinin genişletileceğini düşünüyoruz.Öğe Opere edilmiş tibia eminentia kırığı olan hastalar ile ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu yapılanlar ve sağlıklı bireylerin denge ve fonksiyonel açıdan karşılaştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Ağca, Emre; Sarı, AbdülkadirGünümüzde spor yaralanmaları ve araç kazaları nedeniyle eminentia kırıklarının sayısı artmaktadır ve yetişkinlerde de çocuklarda olduğu kadar sık görülmektedir. Bu kırıklar, birçok açıdan ÖÇB rüptürüne eşdeğer yaralanmalar olarak değerlendirilmektedir. Mevcut literatürde, ÖÇB rüptürü olan hastaların rekonstrüksiyonu sonrası denge sorunları yaşadığı bilinmektedir ancak eminentia kırıklarıyla ilgili denge çalışması bulunmamaktadır. Bu nedenle, eminentia kırığı nedeniyle ameliyat olan hastaları, ÖÇB rekonstrüksiyonu yapılan hastaları ve sağlıklı gönüllüleri denge ölçüm sonuçları ve fonksiyonel skorlar açısından karşılaştırdık. Eminentia grubunda 3 kadın ve 19 erkek, ÖÇB grubunda 4 kadın ve 21 erkek, sağlıklı gönüllülerde ise 2 kadın ve 23 erkek olmak üzere toplam 25 hasta seçildi. Her üç grubun da Korebalance® Premiere-22 denge ölçümleri yapıldı. Ayrıca, her üç grubun fonksiyonel skorlamaları yapıldı. Ek olarak ÖÇB grubunun preop-postop denge ve fonksiyonel skorları da karşılaştırıldı. Eminetia kırıkları da ÖÇB rüptüründe olduğu gibi denge açısından sağlıklı kişilere göre daha kötü sonuçları olduğu görüldü. Özellikle tek ayak statik ölçümlerin istatiksel anlamlı olarak daha kötü çıktığı görüldü. Sağlam dizinde cerrahi yapılan diz ile denge açısından aynı seviyede etkilendiği görüldü. ÖÇB'nin denge açısından operasyon öncesine göre daha iyi skorlar olduğu fakat sağlıklı kişilere göre anlamlı derecede kötü olduğu görüldü. Fonksiyonel skorların ise eminentia ve ÖÇB gruplarında kabul edilebilir düzeyde iyi olmakla beraber sağlıklılara göre daha düşük olduğu ayrıca ÖÇB grubunda ameliyat öncesine göre fonksiyonel skorlarda belirgin iyileşme olduğu görüldü.Öğe Multipl skleroz hastalarında hastalık öz yönetimi ve öz yönetimi etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Karadeniz, Simge; Altunan, BengüMultipl Skleroz, merkezi sinir sisteminde demiyelinizasyon ve aksonal hasarla giden, kronik, inflamatuar, otoimmün, nörodejeneratif hastalıktır. Motor, duyusal, görsel, bilişsel, genitoüriner, nöropsikiyatrik semptomatolojiye sahiptir. Bilişsel fonksiyonlarda koruyucu rolü, beyindeki global ve fokal atrofilere olumlu etkileri gösterilen kognitif rezerv, patolojinin etkileriyle başa çıkabilmede alternatif beyin ağları veya kognitif stratejiler kullanabilme yeteneğidir. Kronik hastalık süreçlerindeki stratejilerden öz yönetim; semptomlar, tedavi, fiziksel ve psikososyal sonuçlara uyumlanarak bunların yönetilebilmesini kapsamaktadır. Çalışmamızda multipl skleroz hastalarında hastalık öz yönetimi ile dizabilite, kognisyon, kognitif rezerv, yorgunluk, yaşam kalitesi arasındaki ilişkileri değerlendirmeyi amaçladık. Demiyelinizan hastalıklar polikliniğimizde multiple skleroz tanısı ile takipli, dâhil edilme kriterlerini karşılayan, 79 gönüllü hastada yüz yüze görüşme yöntemi ile yapılan kesitsel tipteki çalışmamızda; Sosyodemografik ve Klinik Veri Formu, Beck Depresyon Ölçeği, Bilişsel Rezerv İndeksi Anketi, Modifiye Yorgunluk Etki Ölçeği, Multipl Skleroz Öz Yönetim Ölçeği, EuroQol Genel Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Kısa Tekrarlanabilir Batarya uygulandı. Genişletilmiş Özürlülük Durum Ölçeği (EDSS), Zamanlı 25 Adım Yürüme Testi, Dokuz delikli PEG testi puanlamaları yapıldı. Olgularımızın %92,4'ünde normal kognisyon saptanırken, kognitif bozukluk görülen %7,6'sının tanı yaşları anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır. Kısa Tekrarlanabilir Batarya kapsamındaki diğer testlerle öz yönetim arasında anlamlı ilişki saptanmamasına karşın SDMT puanları ile pozitif yönlü anlamlı ilişki izlendi. Multipl Skleroz Öz Yönetim Ölçeği'nden aldıkları puanlar ile EDSS puanları, Modifiye Yorgunluk Etki Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği ve hastalık süreleri arasında negatif yönlü; öz yönetim ve EuroQol skorları arasında pozitif yönlü anlamlı ilişki görüldü. Multipl skleroz hastalarında öz yönetime dair kanıta dayalı yöntemlerin geliştirilmesine yönelik kognitif, fiziksel, psikososyal, demografik parametrelerin ele alındığı, çok merkezli çalışmaların yararlı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Multiple skleroz, hastalık öz yönetimi, kognisyon, kognitif rezerv, yaşam kalitesiÖğe Profesyonel müzisyenlerde mizaç ve karakter özelliklerinin incelenmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Baştuğ, Berkay; Albayrak, YakupMüziğin; toplumlarda kaynaşmayı, eğlenmeyi sağlayan, insanlar arasındaki iletişimi güçlendiren, kültürlerin devamlılığına yardımcı olan birçok özelliği mevcuttur. Müziğin bireylerin kişilik ve sosyal gelişimindeki yeri ve öneminin oldukça açık olduğu düşünülmektedir. Müzisyenler; hayatının merkezine müziği alan, müzik olmadan yapamayan, müzik oluşturabilen, müzik kariyerlerini kendi parçaları, gelişimleri sayan ve benliğini müzik ile bütünleştiren, birlikte var eden kişilerdir. Kültürel ve mesleki olarak kişinin kimliğini ifade etmesini sağlayan müzikle ilgili davranışların büyük kısmı hayatı idame ettirme, geçimini sağlama amacıyla yapılmaktadır. Profesyonel müzisyen, ustalık kimliği ile estetik davranışlarını sentezleyip sunduğunda izleyici tarafından takdir edilir. Literatürde, müzik türü tercihi ile kişilik özelliklerinin bağlantısı inceleyen bazı çalışmalar bulunmaktadır; ancak, müzisyenlerin kişilik özelliklerini inceleyen çalışmaların sayısı kısıtlıdır. Çalışmamızda, profesyonel müzisyenlerin kişilik özelliklerini psikobiyolojik model çerçevesinde kontrol grubu ile karşılaştırarak, literatüre katkıda bulunmayı amaçladık. Çalışmamızın örneklemini, 18-60 yaş arası, profesyonel müzisyen olan 30 gönülllü katılımcı ile kontrol grubu olarak müzisyen olmayan 30 gönüllü katılımcı oluşturmaktadır. Katılımcılara sosyodemografik veri formu ve Mizaç-Karakter Envanteri Gözden Geçirilmiş Formu uygulanmıştır. Çalışmanın sonucunda, profesyonel müzisyenlerin yenilik arayışı, sebat etme, kendini aşma skorlarının, kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde yükseldiği saptanmıştır. Çalışma grubunda yaş ile sebat etme ve kendini aşma skorları arasında anlamlı ve pozitif korelasyon saptanmıştır. Çalışmamız, profesyonel müzisyenlerin kişiliklerini Mizaç-Karakter Envanteri ile psikobiyolojik model çerçevesinde inceleyen ilk çalışmadır, daha geniş örneklem grupları ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.Öğe İzole lunatum kistlerinin skafolunat ligament lezyonları ile ilişkisi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Güney, Melih; Çetin, Mehmet ÜmitLunatumun intraosseoz ganglion kistleri genellikle asemptomatik olarak görülür fakat semptomatik olduğunda kronik el bileği ağrısının nadir nedenlerindendir. Skafolunat ligament komşuluğunda olan bu kistlerin standart tedavisi açık tekniklerle yapılan küretaj ve grefonajdır. Bu teknikler ameliyat sonrasında sertlik, vasküler bozulmalarla sonuç verebilmektedir. Artroskopik teknikler bu komplikasyonların önlenmesinde daha güvenilir bir tercihtir. Bu çalışmada lunatumdaki intraosseoz ganglion kisti nedeniyle artroskopik küretaj grefonaj yapılan hastaların fonksiyonel sonuçlarını ve skafolunat ligament hasarı birlikteliğini değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamız retrospektif bir çalışmadır. Lunatumda izole intraosseoz kist görülen, artroskopik olarak küretaj ve grefonaj uygulanan 18 hasta çalışmaya alındı. Bu hastaların ameliyat öncesinde ve sonrasındaki eklem hareket açıklıkları, Modifiye Mayo el bileği skorları, VAS skorları ve kavrama gücü kaydedildi. Hastalar ortalama 25 ay (18-52) takip edildi. skafolunat ligament hasarı olan hastalara artroskopik dorsal kapsülodez uygulandı. Çalışmaya katılan hastaların 15'inde skafolunat ligament lezyonu olduğu görüldü ve tedavi edildi. Ameliyat öncesine göre Modifiye el bileği skorlarında, VAS skorlarında ve kavrama gücünde anlamlı iyileşme olduğu görüldü. Eklem hareket açıklıklarının anlamlı olarak değişmediği görüldü. Hastaların tamamı iyileşti ve nüks görülmedi. Herhangi bir komplikasyonla karşılaşmadık. Sonuç olarak, gelişen artroskopik tekniklerle lunatumdaki intraosseoz ganglion kistlerinin tedavisi tatmin edici gözükmektedir. Ayrıca skafolunat ligament lezyonlarıyla birlikte görülebileceği ve aynı seansta tedavi edilebileceği akılda tutulmalıdır.Öğe Total kalça protezi uygulanan hastaların kemik yoğunluk ölçümü ve femur rezeksiyon materyalinin histopatolojik sonuçlarının korelasyon açısından değerlendirilmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Doğan, Abdullah Heysem; Günaydın, BurakÇalışmanın amacı; ilk olarak tek taraflı koksartrozu olan hastalarda bilateral yapılan proksimal femur Dexa sonuçlarında artroz olan taraf ile normal tarafa kıyasla kemik mineral yoğunluğunda meydana gelen farklılıkları saptamaktı. İkinci olarak koksartroz olan proksimal femurda hangi bölgelerin daha fazla etkilendiğini ortaya çıkarmaktı. Son olarak da Total Kalça Artroplastisi (TKA) sonrasında alınan femur baş-boyun ve femoral ward örneklerinin histomorfometrik ölçümlerinin yapılarak elde edilen Dexa sonuçları ile korelasyonunu ortaya çıkarmaktı. İzlenen Methodoloji: Haziran 2021'den Ocak 2023'e kadar Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalında TKA uygulanan 30 hasta dahil edildi. Hastaların bilateral proksimal femur Dexa ölçümleri Total ve bölgesel (femur boynu, trokanterik, intertrokanterik ve ward üçgeni) olarak yapıldı. Ölçümler artroplasti ameliyatından 2 hafta önce yapıldı. Proksimal femur baş ve boyun dahil olacak şekilde TKA sırasında çıkartıldıktan sonra femur başı, femur boynu ve femoral ward bölgelerinden 1 cm x 2 cm kemik numuneleri her bölgeden 3 adet olacak şekilde toplam 9 adet örnek alındı. Örnekler üzerinde histomorfometrik inceleme ile trabeküler kalınlık, trabeküler uzaklık, trabekül volümü/kemik volümü (% olarak), trabekül sayısı değerleri ortaya çıkartıldı. Normal dağılım olup olmadığının belirlenmesi için normalite testleri kullanıldı. Bilateral Dexa sonuçlarının değerlendirilmesi için Bağımlı Örneklem T- Testi kullanıldı. Histomorfometrik sonuçların ipsilateral Dexa sonuçları ile korelasyonu için Pearson korelasyon testi yapıldı. Araştırmanın Bulguları: Çalışmanın ilk aşamasında femur boyun ve femoral ward bölgesinde normal ve artroz olan kalça eklemi Dexa sonuçları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu. Bu verilerin güvenilirliğini ortaya çıkarmak amacıyla yapılan koksartroz olan kalça ekleminin histomorfometrik değerlendirilmesinde femur boyun ve femoral ward bölgelerinde oluşan KMİ ve KMY artışının ölçülen parametrelerle korelasyon gösterdiği bulundu. Bu bölgelerde trabeküler kalınlık artışı, trabeküller arası mesafede azalma, trabekül sayısında azalma saptandı. Ayrıca trabekül kalınlığındaki artışın femoral ward bölgesinde daha fazla olduğu, trabeküller arası mesafede azalmanın ise femur boyun bölgesinde daha fazla olduğu diğer elde edilen sonuçlardır. Osteoartrit olan kadınlarda erkeklere göre histomorfometrik ölçümler değerlendirildiğinde düşük KMY, KMİ, T skoru ile sonuçlanan bulgular elde edildi. Araştırmanın Sonuçları: Osteoartritin kemik yapısında gerçekleştirdiği değişiklikler sürekli araştırılan bir konudur. Çalışmamızda koksartroz olan kalça ekleminde femur boyun ve femoral ward bölgesinde KMİ ve KMY'nun anlamlı derecede arttığı saptandı. Bu bölgelerin histomorfometrik incelemesinde osteoartrit bulgularının olduğu aynı bölgelerle korelasyon gösterdiği bulundu. Ayrıca makroskobik kemik kalitesini değerlendirme yöntemi olan Dexa'nın mikroskobik kemik değerlendirme kriteri olan kemik histomorfometrisi ile korele olduğu sonucuna ulaşıldı. Koksartrozda osteoartrit etkilerinin tam olarak ortaya çıkartılması için geniş vaka serili ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Bir üniversite hastanesinde eklem ağrısı şikayeti ile başvuran hastalarda otoimmün hastalık tanısına yönelik kullanılan immünolojik ve hematolojik parametrelerin irdelenmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2023) Doğan, Beyza Keskin; Kiraz, NuriAmaç: Çevresel ya da yapısal nedenlere bağlı olarak gelişen eklem ağrıları günümüzde toplumda sık görülen rahatsızlıklardan biridir. Sistemik Otoimmün Hastalıklar eklemlerin de yaygın tutulumuna bağlı olarak eklem ağrısı şikayeti ile hastalarca çok sık hastaneye başvuru nedeni olmaktadır. Bu hastalıkların tanısında ve tedavi izleminde otoantikor testleri büyük öneme sahiptir. Bu sebeple Anti nükleer antikor (ANA) testleri en sık istenen, altın standart tarama testleri olarak bilinmektedir. Ayrıca otoimmün hastalık tanı ve aktivitesinin değerlendirilmesinde Anti- CCP (Anti- Siklik sitrüllenmiş peptid) antikorları, RF (Romatoid Faktör) antikorları ve ESH (Eritrosit Sedimantasyon Hızı), CRP (C- reaktif protein) gibi belirteçler de yaygın olarak bakılmaktadır. Bu çalışmada üniversite hastanemize eklem ağrısı şikayeti ile başvuran hastalarda otoimmün hastalık tanısını desteklemeye yönelik hastanemizde kullanılagelen immünolojik ve hematolojik laboratuvar test sonuçlarının birbirleri arasında ilişki olup olmadığını incelemeyi amaçladık. Bunun için önce ANA IIF (İndirekt İmmünoflorasans) testi pozitifliğinin sıklığı, titresi ve patern dağılımını belirlemeyi, sonrasında ESH, CRP ve RF gibi diğer laboratuvar parametrelerinin ve cinsiyetin ANA ve Anti- CCP ile ilişkisini belirlemeyi hedefledik. Materyal ve Metot: Çalışmamız retrospektif tanımlayıcı tipte bir araştırma olup Ocak 2018 ile Eylül 2022 tarihleri arasında Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne eklem ağrısı şikayeti ile başvuran ve ANA IIF ile Anti-CCP testi çalışılan 848 hastaya ait sonuçlar değerlendirilmiştir. Çalışmamız iki aşamalı olacak şekilde planlandı. İlk aşamada çalışmaya dahil edilen hastaların ANA IIF ve Anti-CCP test sonuçları değerlendirilerek gruplandırıldı. ANA nükleer patern pozitif saptanan hastalar kendi içinde incelenerek ANA nükleer patern pozitif ve Anti-CCP pozitifliğine göre paternleri ve titreleri açısından değerlendirildi. İkinci aşamada ANA açısından ANA nükleer paterne göre pozitif, ANA sitoplazmik/mitotik paterne göre pozitif ve ANA negatif, Anti-CCP açısından Anti-CCP pozitif ve Anti-CCP negatif olarak hastalar toplamda 6 gruba ayrıldı. Bu gruplar kendi aralarına cinsiyet, ESH, RF ve CRP pozitifliği açısından karşılaştırıldı. Bulgular: 848 hastanın 585'inin (%69) ANA IIF testi pozitif, 268'inin (%31,6) Anti-CCP testi pozitif saptandı. ANA pozitif saptanan 585 hastanın ise 517'si (%88,4), Anti-CCP pozitif saptanan 268 hastanın 226'sı (%84,3) kadınlardan oluşmaktadır. ANA nükleer boyanma paterni olarak en fazla 181 (%31,5) ile ince benekli (AC-4) patern görülmüştür. ANA nükleer patern titresi olarak en çok 320 (%55,6) ile +1 titresi tespit edilmiştir. Kadın cinsiyette otoantikor pozitifliği daha sık görülmüş, özellikle ANA nükleer patern pozitif gruplarda anti- CCP pozitif gruplardan oran olarak daha yüksek olduğunu saptadık. RF pozitifliğinin ANA nükleer patern pozitifliğine göre anti-CCP pozitifliği ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğunu tespit ettik (p<0,05). ESH ve CRP pozitifliğinin hem ANA nükleer patern pozitif hem anti-CCP pozitif olan grupta en yüksek tespit edilmelerinden dolayı her ikisinin de ESH ve CRP pozitifliğinde kümülatif etkisi olabileceğini fakat anti-CCP pozitif olan gruplarda daha yüksek olmalarından dolayı ANA nükleer patern pozitifliğine göre anti-CCP pozitifliği ile anlamlı düzeyde ilişkili olduklarını saptadık (p<0,05). Sonuçlar: Eklem ağrısı şikayetiyle başvuran hastalarda immünolojik ve hematolojik laboratuvar testleri tanı ve takipte önem taşımaktadır. Çalışmamızda buna yönelik ANA, Anti-CCP, RF, ESH ve CRP değerlendirilmiş, RF, ESH ve CRP pozitifliğinin Anti-CCP pozitifliği ile anlamlı ilişki gösterdiği saptanmıştır. Bu sonuçlar ve çalışmamızın sınırlılıkları da göz önüne alındığında prospektif ve kontrol grubu içeren daha fazla hasta sayısına sahip çalışmaların yapılması gerektiği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Eklem ağrısı, Otoimmün hastalık, ANA, Anti- CCP