Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe 3 kuşaktır trakya bölgesinde yaşayan miyelodisplastik sendromlu (MDS) hastaların moleküler sitogenetik analizlerinin retrospektif incelenmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Yılmaz, Seçil; Tozkır, HilmiMiyelodisplastik sendrom (MDS), kan hücrelerinin sayısında meydana gelen azalma ve anormal oluşumlar, etkisiz hematapoez ve akut miyeloid lösemiye (AML) yatkın olmasıyla karakterize edilen homojen olmayan klonal, hematolojik bir hastalıktır. MDS esas olarak (ancak bununla sınırlı olmamakla birlikte) ortalama yaşı yaklaşık 70 olan hastalarda ortaya çıkmaktadır. Miyelodisplastik Sendrom'un yıl baz alındığında insidansı 100.000 kişide 4-5 vaka olarak görülmektedir. Eksik vaka değerlendirmesi veya kanser kayıtlarında MDS'nin eksik bildirilmesi nedeniyle gerçek insidansın daha yüksek olması muhtemeldir ve 70 yaşın üzerindeki kişilerde 100.000'de 75'e yakın olabileceği düşünülmektedir. MDS'de morfolojik displaziyi saptamak için kemik iliğinden kromozom analizi ve moleküler sitogenetik bir yöntem olan Floresan In Situ Hibridizasyon (FISH) yapılmaktadır. FISH analizi hücrede tüm kromozomun ya da belirli DNA dizisinin lokalizasyonuna izin veren moleküler sitogenetik tekniklerden biridir. Bu çalışmada amacımız 3 kuşaktır Trakya bölgesinde yaşayan miyelodisplastik sendromlu hastaların moleküler sitogenetik analizlerinin retrospektif incelenerek hastalığın bu bölgedeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmada 70 erkek ve 30 kadın olmak üzere toplam 100 hastanın moleküler sitogenetik analizleri retrospektif olarak incelendi. Hastaların bilgilerine Hasta Bilgi ve Yönetim Sistemi'ne (ENLIL) ile ulaşıldı. Hasta seçimlerimiz bu sistemdeki MDS tanısı almış 18-80 yaş arası kadın ve erkek bireylerden yapıldı. Hastaların cinsiyetleri ve MDS tanısı arasında anlamlılık (p<0,05) bulundu. Erkek bireylerin kadın bireylerden daha fazla MDS'ye sahip olduğu ve yaş ilerledikçe hem kadınlarda hem erkeklerde MDS'nin artığı görüldü. Bulgularımız; 3 kuşaktır Trakya bölgesinde yaşayan MDS'li hastaların çoğunluğunun erkek olduğunu ve hem erkek hem de kadın hastalarda 70 yaş üzerinde daha sık görüldüğünü göstermiştir.Öğe Kronik lenfositik lösemi hastalarında serum D vitamini düzeyleri ve D vitamini reseptör polimorfizminin NK hücre aktivitesi ile ilişkisi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Oran, Mustafa; Turgut, BurhanKLL yetişkinlerde en sık görülen lösemi türüdür.Çok yönlü immün disfonksyonun görüldüğü KLL hastalarında hastalık etiyopatogenezi ve sürecinde önemli rolü olan NK hücre disfonksyonunun aydınlatılması hastalık tedavi sürecine katkı sağlıyacaktır.Bu amaçla KLL hastalarında hastalık etiyopatogeneziyle ilişkisi öne sürülen D vitamini düzeyi ve reseptör polimorfizminin NK hücre ile ilişkisi iredelenmiştir. KLL tanısı ile takip edilen 40 hasta bilgilendirilmiş onamları alınarak çalışmaya dahil edilmiş , hastaların demografik ve biyokimyasal parameterelerine ek olarak 25 OH D vitamini düzeyleri kayıt altına alınarak vitamin D reseptör geninde en sık karşılşılan 3 polimorfizm araştırılmıştır. 25 OH D vitamini düzeyine göre hastalar 20 pg /dl altı ve üstü olacak şekilde 2 gruba ayrılmış, 25 OH D vitamini ve her bölge polimorfizminin ayrı ayrı diğer biyokimysal parametereler ve NK hücre fonksyonuyla ilişkisi istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir. D vitamini düzeyi ile NK hücre sayısı ve NK hücre fonksyonu arasında bir ilişki tespit edilememekle beraber her üç bölgedeki polimorfizm sıklığının popülasyona göre yüksek saptanması D vitamini reseptöründeki değişikliklerin hastalıkla ilişkisine dair şüphe uyandırmaktadır. Geniş ölçekli çalışmalar bu ilişkiyi daha güçlü şekilde aydınlatacaktır.Öğe Over kanserinde WDR12 ifadesinin klinik öneminin araştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Tepe, Buse; Batar, BahadırOver kanseri, farklı klinik patolojik ve benzersiz genomik özelliklere sahip heterojen yapıda bir jinekolojik malignitedir. Farklı histopatolojik alt tipleri olmasına rağmen tek bir hastalık olarak ele alınır. Çoğu olgu geç evrelerde (Evre III - IV) teşhis edildiğinden genel sağkalım oranları düşüktür. Geleneksel olarak kemoterapiye dayalı tedavi uygulanır. Bu bağlamda alt tipleri arasında farklı moleküler patogenezin tanınmasının ve over kanserinin genetik profiline bağlı moleküler hedefli tedavi stratejilerinin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Over kanserinde ribozom biyogenezinin rolü tanımlanmış olup tedaviye yönelik çalışmaları mevcuttur. Ribozom biyogenezi sürecinde etkin olan PeBoW kompleksinin son tanımlanan üyesi WDR12, birçok insan malignitesinde mRNA ve protein düzeyinde aşırı ifade edildiği gösterilen bir onkogendir. Düzensiz ve yüksek ifadesi kötü prognoz ile ilişkilidir. Bu çalışmamızın amacı over kanseri tanılı olguların WDR12 ifadesinin klinik patolojik özellikleri ile ilişkisini araştırmaktır. Çalışmamıza over kanser tanılı 39 kadın olgu dahil edildi. Parafine gömülü doku bloklarında WDR12 ifadesi, ters transkripsiyon-kantitatif polimeraz zincir reaksiyonu (RT-qPCR) yöntemi ile incelendi. Göreceli ifade düzeyleri ile olguların klinik patolojik özellikleri istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Elde edilen verilere göre WDR12 ifadesi düzeylerinin ortalaması ile olguların histopatolojik alt tipleri ve arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki görülmedi (p=0,063). Ancak müsinöz olgularda, WDR12 ifadesi ortalamanın altında kalan olgu sayısı ortalamanın üstünde kalana göre fazla olarak belirlendi. WDR12 ifadesi ile over olgularında görülen komorbidite durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p=0,041). Ancak olguların diğer klinik özellikleri ile istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı tespit edildi (p>0,05). Sonuçlarımız, over kanserinin çeşitli klinik özelliklerinde WDR12 ifadesi düzeylerinin etkin olduğunu düşündürmektedir. WDR12 ifadesinin, over kanseri klinik patolojik özellikler ile ilişkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Öğe Tip-2 diyabetes mellitusu olan hastalarda polinöropati gelişimi ile sarm1 ve hıf-1 alfa ekspresyonu arasındaki ilişkinin araştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Ersöz, Emel; Turgut, NildaTip-2 diyabetes mellitus (T2DM)'un neden olduğu mikrovasküler komplikasyonlardan en sık görülen distal simetrik polinöropati (DSPN)'nin günümüzde halen net bir tedavi protokolü bulunmamaktadır. Bundan dolayı bir yandan kişilerde; nöropatik ağrı, otonomik disfonksiyon, ayak ülserleri, amputasyon, artmış mortalite riski ve düşük yaşam kalitesi meydana gelirken, diğer yandan artan tedavi maliyetleri ve hospitalizasyonun uzamasına bağlı sağlık ekonomilerine ağır yükler binmektedir. Bu doktora tezinde, T2DM tanısı olup, DSPN'den muzdarip olguların steril alfa ve Toll/interlökin-1 reseptörü (TIR) motif içeren protein (SARM)-1 ve hipoksi ile indüklenebilir faktör-1 alfa (Hif-1?) gen ve protein ifade düzeylerinin değerlendirilebilmesi amaçlandı. Kontrollü randomize blok dizayna sahip bu araştırmada, kontrol grubu sağlıklı bireylerden oluşturuldu ve grup 1 olarak adlandırıldı. Çalışma gruplarında ise grup 2 olarak adlandırılan grupta sadece T2DM tanılı, grup 3'te T2DM ile birlikte DSPN tanısı olan ve grup 4'de bozulmuş glukoz toleransı (BGT) olan olgulardan oluşturuldu. Ardından tüm gruplarda yer alan bireylerin venöz kanlarında, aksonal dejenerasyonda temel bir komponent olduğu iddia edilen SARM1 ile Hif-1? gen ifadeleri ve protein düzeyleri ölçüldü. Elde edilen verilerin istatistiksel değerlendirmeleri esnasında, gruplar arası karşılaştırmalarda Varyans Analizi sonrası Tukey's Honestly Significant Test (HSD) çoklu karşılaştırma testinden faydalanılırken, değişkenler arasındaki ilişki Pearson Korelasyon testi ile kontrol edildi. Gruplararası karşılaştırmalarda, grupların SARM1 gen ifadesi üzerine etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulundu (P<0,05). Ancak, Hif-1? gen ifadesini üzerine olumsuz yönde değişiklikler tespit edilmesine rağmen, bu değişimlerin istatistiksel olarak anlamsız idi (P>0,05). Hem SARM1 hem de Hif-1?'nın protein düzeylerindeki değişimler değerlendirildiğinde ise tüm protein düzeylerindeki bu değişimlerin, istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05) olduğu anlaşıldı. Ek olarak SARM1 ile Hif-1? arasında zayıf negatif yönde bir korelasyon ilişkisi olduğu görüldü ancak bu ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı anlaşıldı (P>0,05). Bu araştırmadan elde edilen bulguların, gelecekte T2DM ile ilişkili DSPN'li olguların hedef tedavilerine katkı sağlayabileceği inancındayız. Ek olarak, SARM1'in inhibe ve Hif-1?'nın korunacağı veya düşük ya da yüksek değerde ise normoksik koşullara indükleneceği manipülatif nörofarmakolojik ajanlar geliştirilebilirse, akson dejenerasyonuna bağlı DSPN'nin de önleyebileceğini varsayıyoruz. Anahtar kelimeler: Akson dejenerasyonu, Bozulmuş glukoz toleransı, Distal simetrik polinöropati, Hif-1?, SARM1, Tip-2 Diabetes Mellitus.Öğe Parkinson hastaliğinda tedaviye uyum: bakim veren rolü üzerinden bir değerlendirme(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Taşçı, Ecenur Koru; Tosun, ZeynepParkinson Hastalığında tedavi uyumu, semptom yönetimini sağlamak ve sağlık bakım maliyetlerini azaltmak açısından kritik bir öneme sahiptir. Diğer yandan, Parkinson hastalarında bilişsel ve fiziksel sorunların fazlalığı, tedavi yönetiminin bakım verenlerce üstlenilmesini gerekli kılmaktadır. Bu çalışma Parkinson hastalarında tedavi uyumunda bakım verene ilişkin özelliklerin etkisini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Aralık 2022-Ekim 2023 tarihleri arasında yürütülmüş olup; veriler bu tarihlerde Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi Nöroloji Polikliniği'ne başvuran Parkinson tanılı hasta ve bakım verenlerinden elde edilmiştir. Verilerin toplanmasında hasta ve bakım verene yönelik "Tanılama Formları', hastaların tedavi uyumunu değerlendiren "İlaç Uyumunu Bildirim Ölçeği (İUBÖ)", bakım veren yükünü değerlendiren "Zarit Bakım Yükü Ölçeği (ZBI)", anksiyete ve depresyon düzeyini değerlendiren "Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği (HADÖ)", uyku kalitesini değerlendiren "Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ)" kullanılmıştır. Hastalık şiddetinin belirlenmesinde Hoehn Yahr evrelemesinden yararlanılmıştır. Çalışmada yer alan hastaların yaş ortalamaları 70,31±9,48 olup, %54,8'i kadındı. Hoehn-Yahr ile değerlendiren hastalık evresi medyan 3 idi. Parkinson hastalarına bakım verenlerin yaş ortalaması 54,92±13,43 olup, ortalama 3,69±3,47 yıldır hastaların bakımı sürdürmekteydiler. Bakım verenlerin dörtte üçü orta ve daha fazla düzeyde bakım yükü algılamakta, %35,5'i anksiyete sorunu yaşamakta, %53,2'ü depresif duygu durumunda, %37,1'i kötü uyku kalitesine sahipti. İlaç alımlarının bakım verenlerce takip edildiği bu hastaların %30,6'sında "tedavi uyumu tam" idi. Bakım verenin algıladığı bakım yükü, anksiyete, depresyon ve uyku kalitesinin ilaç uyumuna etkisi doğrusal regresyon analizi ile değerlendirildiğinde, bakım yükü, anksiyete, depresyon ve uyku kalitesi puanlarının ilaç uyum puanlarını %42 düzeyinde açıkladığı saptanmıştır. Sonuç olarak Parkinson hastalarında tedavi uyumunu iyileştirmek için, hastanın yanı sıra bakım verenin de değerlendirilmesi ve desteklenmesi önemlidir.Öğe Hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyumlarının değerlendirilmesi ve bir Devlet hastanesi örneği(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Yalçın, Burak; Topçu, BirolAraştırma hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyumlarının belirlenmesi amacıyla kesitsel ve metodolojik olarak yapılmıştır. Araştırma İstanbul'da bulunan T.C. Sultanbeyli Devlet Hastanesi'nde Ocak 2023-Haziran 2023 tarihleri arasında yapılmıştır. Evrenini, hastanede çalışan 400 hemşirenin oluşturduğu çalışmanın örneklemini kriterlere uygun ve çalışmaya katılmayı kabul eden 293 hemşire oluşturmuştur. Araştırmanın yürütülebilmesi için etik kurul onayı, kurum izni, ölçek kullanım izni ve çalışmaya katılmayı kabul eden hemşirelerden sözlü onamları alınmıştır. Araştırmada kullanılmak üzere literatür bilgileri doğrultusunda araştırmacı tarafından hazırlanan "Demografik Veri Formu" ve Tayran ve Ulupınar tarafından 2011 yılında geliştirilen "İzolasyon Önlemlerine Uyum Ölçeği (İÖUÖ)" kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler SPSS Windows 18.0 paket programında, uygun istatistiksel yöntemler kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmaya katılan hemşirelerin yaş ortalamaları 27,73±4,96, %72,4'ünün kadın, %58,4'ünün bekar, %91,5'inin lisans mezunu olduğu, %33,8'nin acil serviste çalıştığı, toplam çalışma süresinin ortalama 5,90±5,09 yıl ve kurumda toplam çalışma süresinin 4,55±3,51 yıl olduğu belirlenmiştir. Çalışmaya katılan hemşirelerin İÖUÖ toplam puan ortalaması 90 puan üzerinden 77,13±8,29 olarak belirlenmiştir. Hemşirelerin İÖUÖ toplam puanı ve alt boyutlarından aldıkları toplam puanlar ile yaş, medeni durum, çalışma pozisyonu, toplam çalışma süresi, kurumda toplam çalışma süresi ve çalışılan birim arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05). Cinsiyete göre İÖUÖ Çalışan ve Hasta Güvenliği alt boyutu ile eğitim durumuna göre İÖUÖ Çevre Kontrolü alt boyutu arasında anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (p<0,05). Sonuç olarak; hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyumlarının iyi düzeyde olduğu bulunmuştur. Literatürde yer alan diğer çalışmalar incelendiğinde, çalışmamızın sonucunun ortalamanın üstünde olduğu görülmektedir. Hemşirelerin kurumsal ve çevresel faktörler doğrultusunda hizmet içi eğitimlerinin sürekliliğinin sağlanması, çalışan ve hasta güvenliği konusunda farkındalık yaratacak eğitim ve etkinliklerin planlanması ve araştırmanın farklı illerde ve daha fazla çalışana sahip hastanelerde, kanıt düzeyi yüksek araştırmalar şeklinde planlanarak uygulanması önerilmektedir.Öğe Kronik miyeloid lösemili hastalarda tedavi uyumunun değerlendirilmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Çeliktaş, Sena; Turgut, BurhanKronik Miyeloid Lösemi (KML) tedavisinde oral olarak kullanılan Tirozin Kinaz İnhibitörlerine (TKİ) uyum hastalığın optimal tedavisi için önemlidir. Bu çalışma KML hastalarında yaşam boyu düzenli kullanım gerektiren TKI tedavisine uyumu saptamak amacıyla planlanmıştır. Çalışma verileri, Ocak-Temmuz 2023 tarihlerinde, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Hastanesi Hematoloji Polikliniğine gelen KML tanılı ve TKİ tedavisi alan 49 hasta ile görüşülerek elde edilmiştir. Verilerin toplanmasında 'Hasta Tanılama Formu', bireylerin tedavi uyumunu değerlendiren 'İlaç Uyumunu Bildirim Ölçeği (İUBÖ) ve anksiyete ve depresyon düzeyini saptayan 'Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği (HADÖ)' kullanılmıştır. Çalışmada yer alan hastaların yaş ortalaması 54,90 ±14,81 olup, %57,12'si erkektir. Hastaların İUBÖ' den aldıkları toplam puan ortalaması 23,30 olup, %22,4'ü ölçekten alınabilecek maksimum puan olan 25 alarak TKİ tedavisine tam uyum göstermiştir. HADÖ genel puan ortalaması anksiyete için 4,94 ve depresyon için 6,30 olup, hastaların %24,5'i anksiyete, %40,8'i depresyon yönünden yüksek puana sahiptir. Kendini kötü hissetti-ğinde ilacını bırakan, son üç ay içerisinde ilaç almama davranışı gösteren ve ilaç alımının hatırlatılmasına ihtiyaç duyan bireylerin hem anksiyete hem de depresyon puan ortalamaları daha yüksektir (p<0.05). Temel gereksinimlerini karşılamada bağımlı olan bireylerde depresyon düzeyi yüksek bulunmuştur (P<0.05). Yapılan regresyon analizinde KML hastalarında görülen anksiyetenin tedavi uyumunu azalttığı (P<0.05), depresyonun ilaç uyumunu etkilemediği bulgulanmıştır (p>0.05). Sonuç olarak çalışma kapsamında incelenen hastaların tedavi uyumu yüksek olup, bireyin anksiyete durumunun ilaç uyumu üzerinde etkili olduğu görülmüştür. KML hastlarınde TKİ'ye uyumu arttırmak amacıyla, anksiyeteyi azaltmaya yönelik girişimlerin planlanarak çalışmanın daha büyük örneklem grubu ile yapılması önerilebilir.Öğe Artroplasti cerrahisi sonrası akıllı telefonla takibin hastaların fiziksel işlevselliği üzerine etkisi: Sistematik derleme ve meta-analiz(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Demircan, Özge Topçu; Yıldız, TülinAraştırma, artroplasti cerrahisi sonrası akıllı telefonla takibin hastaların fiziksel işlevselliği üzerine etkisini incelemek amacıyla bir meta-analiz çalışması olarak planlandı. Scopus, ScienceDirect, PubMed, GoogleScholar veri tabanlarından son 24 yıldaki (2000-2024) bilimsel makaleler tarandı. Taramada "hemşire", "artroplasti", "akıllı telefon", "ortopedi", "fiziksel işlevsellik", "uygulama" kelimeleri Türkçe ve İngilizce olarak tarandı. Yapılan araştırmada toplamda 2.786 çalışma tespit edildi. Dahil edilme kriterleri olarak; araştırmanın artroplasti cerrahisi ile ilgili olması, çalışmaların randomize kontrollü çalışmalar olması, tam metin erişimi olan çalışmalar, son 24 yıla ait çalışmalar, bilimsel makaleler, Türkçe ve İngilizce dilinde yayınlanan çalışmalar belirlendi. 2.786 çalışmadan yayın dili Türkçe ve İngilizce dışında bir dil olan 965 çalışma, farklı veri tabanlarından elde edilen 215 eş kopya elendi. Geriye kalan 1.606 çalışma araştırmaya ait anahtar kelimeler dikkate alınarak kodlandı ve artroplasti cerrahisi olmayan 721 çalışma ve hemşire ayrımı olmayan 547 çalışma araştırmaya dahil edilmedi. Kalan 338 çalışmadan randomize kontrollü çalışmaların yer almadığı 151 çalışma ve fiziksel işlevselliği ölçmeyen 101 çalışma, akıllı telefonla takibi içermeyen 63 çalışma araştırma dışı bırakıldı. Geriye kalan 23 çalışma içinden tam metin erişimi olmayan 14 makale çalışmaya dahil edilmedi. Araştırma kriterlerimize uyan 5 makale ile çalışma gerçekleştirildi. Yapılan meta-analiz çalışmasının güvenilir ve geçerli olduğunu ortaya koymak ve yayın yanlılığını belirlemek amacıyla Huni Grafiği ve Egger Testi kullanıldı. Artroplasti cerrahisi sonrası akıllı telefonla takibin hastaların fiziksel işlevselliği üzerine etkisini inceleyen 5 çalışmaya ait etki büyüklükleri Huni Grafiği ve Orman Grafiğine göre değerlendirildi. Araştırmanın sonucunda artroplasti cerrahisinde akıllı telefonla takibi yapılan hastaların geleneksel rehabilitasyon yöntemleri ile takibi yapılan hastalara göre fiziksel işlevselliğinin istatistiksel açıdan anlamlı olduğu belirlendi.Öğe Koroner arter bypass greft ameliyatı olacak hastalarda ameliyat öncesi verilecek rutin hasta eğitimi ile video destekli mobilizasyon eğitiminin ameliyat sonrası hareketlilik, kaygı düzeyi ve ağrı üzerine etkisi: randomize kontrollü çalışma(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Oyuktaş, Merve; Yıldız, TülinAraştırma, Koroner arter bypass greft ameliyatı olacak hastalarda ameliyat öncesi verilen rutin hasta eğitimi ile video destekli mobilizasyon eğitiminin ameliyat sonrası hareketlilik, kaygı düzeyi ve ağrı üzerine etkisini incelemek amacıyla randomize kontrollü bir çalışma olarak planlandı. Çalışma, Tekirdağ ilinde Şehir Hastanesi ve bir Devlet Hastanesinde 15.03.2023-15.09.2023 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Koroner arter bypass greft ameliyatı olacak 40 hasta kontrol grubu, 40 hasta deney grubu olmak üzere toplam 80 hasta dahil edildi. Tüm hastalara ameliyat öncesi dönemde "Sürekli Kaygı Ölçeği" (SKÖ), "Durumluk Kaygı Ölçeği" (DKÖ), "Sosyo-demografik veri toplama formu" doldurtuldu. Kontrol grubuna rutin hasta eğitimi verilirken, deney grubuna ek olarak video destekli mobilizasyon eğitimi verildi. Tüm hastalara ameliyat olduktan sonra, ilk mobilizasyondan önce SKÖ ve DKÖ, ilk mobilizasyondan sonra DKÖ, "Hasta Hareketlilik Ölçeği" (HHÖ), "Gözlemci Hareketlilik Ölçeği" (GHÖ) doldurtuldu. 2. günde mobilizasyondan önce DKÖ, SKÖ, mobilizasyondan sonra DKÖ, HHÖ, GHÖ tekrar doldurtuldu. Gruplar arası karşılaştırmalar "Fisher testi" ve "Bağımsız Örneklem t Testi" ile incelendi. Tekrarlı ölçümlerin grup içi karşılaştırmaları ise "Tekrarlı ölçümler ANOVA testi" ile değerlendirildi. Bireylere ait hareketlilik, kaygı ve ağrı puanları arasındaki ilişkiler için "Pearson korelasyon testi" uygulandı. Deney grubundaki hastaların 2. gün mobilizasyon sonundaki durumluk kaygılarının diğer zamanlardan daha az olduğu bulundu. Deney grubundaki hastaların 1. mobilizasyondan itibaren durumluk kaygılarının kontrol grubundaki hastalara göre daha düşük olduğu belirlendi. Deney grubundaki hastaların kontrol grubuna göre 2. günde hareket aktivitelerinin arttığı bulundu.Öğe Overoktemize sıçanlarda iskemi/reperfüzyon'a bağlı olarak gelişen kardiyak hasarda D vitamininin koruyucu etkisi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Keser, Burcu; Kızıler, Ali RızaMenopoza geçiş dönemi ve menopoz döneminde östrojen düzeyindeki azalmayla kardiyovasküler hastalık riski artmaktadır. Menopoz dönemindeki bireylere hormon replasmanın yanı sıra ek olarak D vitamini takviyesi de osteoporozu önlemek için verilmektedir. D vitamininin kardiyak hasar üzerinde koruyucu etkilerinin olduğu saptanmıştır fakat östrojen hormonu yokluğunda iskemi / reperfüzyona bağlı gelişen akut kardiyak hasarın önlenmesi veya hafifletilmesi üzerindeki etkileri araştırılmamıştır. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi deney hayvanları laboratuvarında yaptığımız çalışmamızda, overektomize sıçanlarda iskemi / reperfüzyona bağlı olarak gelişen kardiyak hasarda D vitamininin potansiyel koruyucu etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmamızda 24 adet Spraque Dawley cinsi dişi sıçan kullanılmıştır. Deney grupları; kontrol grubu, D vitamini grubu, overektomi grup ve overektomi + D vitamini grubu olmak üzere dört gruba ayrılmıştır. Deney gruplarında iskemi / reperfüzyon protokolü ve 1000 IU/hafta subkutan D vitamini uygulaması yapılmıştır. Çalışmamız sonucunda elde ettiğimiz bulgulara göre, Serum Troponin T düzeyleri açısından, kontrol-overektomize grup arasında p değeri 0,005, D vitamini-D vitamini + Overektomize grup arasında p=0,021 ve Overektomize-D vitamini + Overektomize grup arasında p=0,000 olarak belirlenmiştir. Benzer şekilde, serum MDA düzeyleri açısından, kontrol-overektomize grup arasında p=0,021, D vitamini-overektomize grup arasında p=0,003 ve Overektomize-D vitamini + Overektomize grup arasında p=0,02 olarak bulunmuştur. Çalışmanın genel sonuçları, D vitamini takviyesinin serum Troponin T ve MDA düzeylerini düzenleme potansiyeline sahip olabileceğini göstermektedir, bu da kardiyak hasara karşı koruyucu veya olası hasarlara karşı azaltıcı bir etki gösterebileceği anlamına gelir. Ayrıca, overektomi sonrası ortaya çıkabilecek kalp damar hastalık riskini azaltma potansiyeline sahip olduğu görülmektedir. Ancak, bu bulguların daha geniş kapsamlı klinik çalışmalarla desteklenmesi ve mekanizmanın daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılması gerekmektedir.Öğe Tip 2 diyabet hastalarında tedaviye uyumun, sağlık okuryazarlığı ve aile desteği ile ilişkisi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Aksoy, Dilara Korkmaz; Temel, MünireAraştırma, tip 2 diyabet hastalarında tedaviye uyumun sağlık okuryazarlığı ve aile desteği ile ilişkisini belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türde yapılmıştır. Araştırma İstanbul'da bir devlet hastanesinde Aralık 2022-Temmuz 2023 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma evrenini, kriterlere uyan ve araştırmaya katılmaya gönüllü olan 205 hasta oluşturmuştur. Araştırmada veri toplamak amacıyla "Hasta Tanılama Formu", "Tip 2 Diabetes Mellitus Tedavisine Hasta Uyum Ölçeği", Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği ve Hensarling Diyabet Aile Destek Ölçeği kullanılmıştır. Hastaların Tip 2 Diabetes Mellitus Tedavisine Hasta Uyum Ölçeği puan ortalaması 91,36±7,14, Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği puan ortalaması 78,76±9,11 ve Hensarling Diyabet Aile Destek Ölçeği puan ortalaması 69,97±8,02'dır. Bu değerlere göre hastaların tedaviye uyum ve sağlık okuryazarlıkları orta düzeyde, aile desteği ise orta düzeyin üstündedir. Tedaviye uyumları düşük olan hastaların son bir yılda hastaneye yatma oranı daha yüksektir. Sağlık okuryazarlığı ve aile desteği düşük olan hastaların HbA1c ve açlık kan glikozu değerleri daha yüksektir. Hastaların sağlık bilgine erişimi ve empatik aile desteği arttıkça tedavi uyumları da artmaktadır. Hastaların sağlık okuryazarlığının ve tedaviye uyumlarının geliştirilmesine ve hasta yakınlarının hastaya daha fazla destek olmaları için teşvik edilmeye ihtiyaçları bulunmaktadır.Öğe Üniversite öğrencilerinde akdeniz diyetine uyum ile dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu arasındaki ilişkinin araştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Aksoy, Zeynep; Doğuer, ÇağlarDikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), bilişsel ve sosyal işlevleri etkileyen nörogelişimsel bir bozukluktur. Çocukluk döneminde en yaygın görülen psikiyatrik bozukluklardan biri olmakla birlikte belirtiler ergenlik ve yetişkinlik döneminde de devam edebilir. DEHB etiyolojisinde genetik, nörobiyolojik ve çevresel faktörler etkilidir. Çevresel risk faktörlerinden biri olan beslenme, ilaçların potansiyel yan etkileri nedeniyle DEHB tedavisinde de önem kazanmıştır. En sağlıklı beslenme modellerinden biri olarak kabul edilen Akdeniz diyeti (AD), DEHB'de verilen beslenme önerilerine uygun bir diyet modelidir. Bu çalışmada Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi'nde öğrenim gören 18-24 yaş aralığındaki üniversite öğrencilerinde (n=440) AD'ye uyum ile DEHB arasındaki ilişki araştırılmıştır. Katılımcılara yüz yüze görüşme yöntemiyle sosyodemografik özellikler formu, Akdeniz Diyeti Kalite İndeksi (KIDMED) ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Kendi Bildirim Ölçeği (ASRS) olmak üzere üç bölümden oluşan bir anket uygulanmıştır. Çok düşük diyet kalitesine sahip olan katılımcıların "dikkat eksikliği alt ölçeği, hiperaktivite/dürtüsellik alt ölçeği" ve ASRS toplam puan ortalamaları, diyetine müdahale gerekli olan ve iyi kalite diyete sahip olan katılımcılardan anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0,001). Katılımcıların KIDMED puanları ile "dikkat eksikliği alt ölçeği, hiperaktivite/dürtüsellik alt ölçeği" ve toplam ASRS puanları arasında negatif yönde anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir (p<0,001). Sonuç olarak AD'ye daha yüksek uyum, daha düşük DEHB riski ile ilişkilendirilmiştir.Öğe Resmi müsabaka ortamında veteran tenis oyuncularının maç analizleri(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Balaban, Mustafa; Özmutlu, İlkerBu tezin amacı, resmi müsabaka ortamında veteran tenis oyuncularının maç analizlerinin yapılmasıdır. Bu analizler, veteran tenis oyuncularının performanslarını geliştirmelerinde kullanılması hedeflenmektedir. Araştırma da gözlem metodu kullanılarak, Türkiye Tenis Federasyonu veteran tenis turnuvası tekler kategorisi kadın ve erkek müsabakalarının video çekimleri değerlendirme formuna işlenerek veriler elde edilmiştir. Araştırmaya katılan 35 - 44 yaş arası kadın ve erkek 64 oyuncunun (32 kadın ve 32 erkek) toplam 40 maçın analizi yapılmıştır. Müsabaka analizi yapmak amacıyla Sony HDR-CX240 (1920x1080) (29 fps) 2 adet dijital kamera kullanılmıştır. Elde edilen maç görüntüleri bilgisayara aktarıldıktan sonra notasyonel analizler ve maç karakteristik değişkenleri Kinova (0.8.15) video analiz programı kullanılarak yapılmıştır. Kadın ve erkek tenis oyuncularının vuruş karakteristikleri arasında farklılıklar olduğu görülmektedir. Kadınlar daha fazla oyun ve toplam puan kazanmıştır, bununla birlikte aktif oyun süresi daha fazladır. Ayrıca, vuruş sayıları açısından servis vuruşları ve dip çizgi vuruşları (forehand ve backhand) kadın oyuncularda fazladır. Bundan farklı olarak erkek oyuncularda vole vuruşları daha fazla çıkmıştır p<0,05. Bu sonuçlar veteran tenisçiler arasındaki cinsiyet farklılıklarını anlamamıza ve oyuncuların performansını artırmak için bize yol gösterici olabilir.Öğe Mesai ve nöbet usulü çalışan sağlık personellerinin yeme bozuklukları eğilimlerinin karşılaştırılması(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Demir, Elif; Yıkmış, Seydi; Aslan, SerkanTekirdağ Çorlu Devlet Hastanesi bünyesinde mesai ve nöbet usulü çalışmakta olan sağlık personellerinin çalışma düzenleri ile yeme bozuklukları arasında anlamlı bir farklılık olup olmadığının belirlenmesi amacıyla 107 nöbet ve 117 mesai düzeni olmak üzere toplam 224 sağlık çalışanı ile saha araştırması gerçekleştirilmiştir. Çalışmada veri toplama aracı olarak katılımcılar hakkında genel bilgi almak amacı ile sosyo-demografik özellik formu, ortoreksiya nervoza eğilimini saptamak amacı ile ORTO-15, yeme bozuklukları tanı öncesi tarama için REZZY, beden algısı değerlendirmesi amacı ile STUNKARD, erken teşhis amacı ile Eating Disorder Examination Questionnaire (EDEQ) ve uyku kalitesinin değerlendirmesi amacı ile Pıttsburgh uyku kalite indeksi (PUKİ) ölçekleri kullanılmıştır. Nöbet usulü çalışma şeklinin öğün rutinleri ve besin destek ürünü tüketiminde anlamlı düzeyde etkili olduğu saptanmıştır. Katılımcıların ORTO-15 Ölçeği toplam puan ortalaması 38,26±4,59, REZZY Ölçeği madde puan ortalaması 1,16±1,23, STUNKARD Ölçeği puan farkı ortalaması 1,31±1,12, EDEQ Ölçeği toplam puan ortalaması 8,06±7,19 ve PUKİ Ölçeği toplam puan ortalaması 13,35±7,74 saptanmıştır. Ayrıca katılımcıların çalışma sistemi ile ORTO-15, REZZY, STUNKARD ve EDEQ ölçekleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki belirlenememiştir. Mesai usulü çalışanlarda ORTO-15 ölçeği puanlarına göre ortorektik olarak kabul edilen 67 kişi belirlenirken; nöbet usulü çalışan bireylerde 82 kişinin ortorektik olduğu belirlenmiştir. REZZY toplam puanına göre ise mesai usulü çalışan bireylerde 38 kişinin riskli; nöbet usulü çalışan bireylerde 48 kişinin riskli grupta yer aldığı belirlenmiştir. EDEQ puan ortalamasına göre ise mesai usulü çalışanlardan 71 kişinin riskli; nöbet usulü çalışan bireylerden de 75 kişinin riskli grupta yer aldığı belirlenmiştir. Son olarak uyku kalitesi değerlendirmesinde PUKİ toplam puanına göre mesai usulü çalışan bireylerden 75 kişinin kötü; nöbet usulü çalışan bireylerden ise 113 kişinin kötü uyku kalitesine sahip olduğu belirlenmiştir. Antropometrik ölçüm sonuçları incelendiğinde nöbet usulü çalışanların bel-kalça oran ortalamasının anlamlı düzeyde (p=0,014) daha düşük olduğu belirlenmiştir. Çalışmanın sonucunda elde edilen bu sonuçlara göre özellikle nöbet usulü çalışma ortamları için araştırmacı tarafından çeşitli önerilerde bulunulmuştur.Öğe İlkokul öğrencilerinde motor koordinasyon, fiziksel yapı ve fiziksel aktiviteye katılımın incelenmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Canlı, Tülay; Erhan, Süleyman ErimAraştırmada ilkokul öğrencilerinin motor koordinasyonlarının cinsiyet, yaş, fiziksel aktiviteye katılım durumu açısından nasıl farklılaştığının ortaya konulması amaçlanmıştır. Aynı zamanda yaş düzeyi ile birlikte erkek ve kız öğrencilerin kendi içerisinde fiziksel aktiviteye katılma/katılmama durumu açısından motor koordinasyon ham puanlarının belirlenmesi ve karşılaştırılması amaçlanmıştır. İlaveten, cinsiyet, yaş ve fiziksel aktiviteye katılma durumunun ikili ve üçlü etkileşimleri dikkate alınarak öğrencilerin motor koordinasyonlarına etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırma grubu, Tekirdağ ili Süleymanpaşa ilçesinin resmi ilkokullarında öğrenim gören 6-9 yaş aralığındaki 412 erkek, 436 kız öğrenci olmak üzere toplam 848 öğrenciden oluşmaktadır. Öğrencilerin demografik bilgileri ve fiziksel aktivite düzeyleri ya da spor organizasyonlarına katılımları ile ilgili bilgileri belirlemek için araştırmacılar tarafından hazırlanan kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Antropometrik özelliklerden boy uzunluğu ve vücut ağırlığı ölçülmüştür. Beden Kitle İndeksi (BKİ) değeri hesaplanmıştır. Öğrencilerin motor koordinasyon performansları ve seviyeleri, hareket yetkinlikleri Körperkoordinationstest für Kinder (KTK3+) test bataryası uygulanarak belirlenmiştir. Çocukların ve ergenlerin motor koordinasyonunu değerlendirmek için, KTK3 el-göz koordinasyonunu değerlendiren bir yakalama ve fırlatma görevi ile desteklenmiştir. Öğrencilerin KTK taşıma ve KTK yakalama alt testi skorlarının cinsiyet açısından karşılaştırmasında gruplar arasında anlamlı bir fark belirlenmiştir (p<0,05). Farkın erkek öğrencilerin lehine olduğu tespit edilmiştir. KTK3+ test bataryasını oluşturan KTK denge ve KTK sıçrama puanlarının cinsiyet açısından karşılaştırmasında gruplar arası anlamlı bir fark tespit edilmemiştir (p>0,05) Öğrencilerin KTK3+ test bataryasına ait alt testlerin tamamında yaş düzeyi açısından yapılan karşılaştırmada gruplar arasında anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). KTK3+ test bataryasına ait testlerin gerçek puanlarının öğrencilerin fiziksel aktiviteye katılım durumu açısından karşılaştırmasında tüm alt testlerde fiziksel aktiviteye katılanlar lehine anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0,05). Katılımcıların tüm yaş düzeylerinde hem erkek hem de kız öğrencilerden fiziksel aktiviteye katılan gruplarda tüm testlerde fiziksel aktiviteye katılmayan gruplara göre daha yüksek ham puanlara sahip olduğu tespit edilmiştir. Sadece 8 yaş kız öğrenci grubunda KTK taşıma testinde fiziksel aktiviteye katılmayan grubun fiziksel aktiviteye katılan gruba göre daha yüksek ham puanlara sahip olduğu belirlenmiştir. Cinsiyet*yaş grubu, cinsiyet*spor organizasyonuna katılım, yaş grubu*spor organizasyonuna katılım ve cinsiyet*yaş grubu*spor organizasyonuna katılımın etkileşimi hiçbir KTK parametresi üzerinde anlamlı bir fark yaratmadığı tespit edilmiştir (p>0,05). Sonuç olarak, 6-9 yaş aralığında bulunan erkek öğrencilerin taşıma ve yakalama görevlerinde kız öğrencilere göre daha yüksek puanlara sahip olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yaş düzeyinin artması ve fiziksel aktiviteye katılma durumu tüm alt testlerde daha yüksek puanlara sahip olunması ile ilişkili olduğu ortaya konulmuştur.Öğe Antrenörlerin örgütsel bağlılık düzeylerinin spor yöneticilerinden algıladıkları vizyoner liderlik davranışlarına göre incelenmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Mutlu, Tunay; Özmutlu, İlkerBu araştırmada, antrenörlerin örgütsel bağlılık düzeylerinin spor yöneticilerinden algıladıkları vizyoner liderlik davranışlarına göre incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma literatür taraması ve uygulama bölümlerinden oluşturulmuştur. Literatür araştırması kapsamında vizyoner liderlik ve örgütsel bağlılık konuları ele alınmıştır. İlişkisel tarama modeli uygulanan araştırmada uygulama bölümüne gelindiğinde araştırma grubunu Tekirdağ ASKF' ye bağlı bulunan spor kulüplerinde görev yapan futbol antrenörleri içerisinden 106 erkek, 8 kadın olmak üzere toplam 114 futbol antrenörü kapsamaktadır. Araştırma için gerekli verilerin elde edilmesi kapsamında antrenörlere anket yöntemi uygulanmıştır. Anket formunun ilk bölümünde antrenörlerin demografik değişkenlerine yönelik genel bilgiler soruları sorulmuş, ikinci bölümünde ise Çınar ve Kaban' ın (2012) geliştirdiği Vizyoner Liderlik Ölçeği ile Meyer ve Allen (1991) tarafından geliştirilen, İşcan ve Naktiyok' un (2004) kullandığı Örgütsel Bağlılık Ölçeğinden yararlanılmıştır. Araştırmanın sonucunda antrenörlerin örgütsel bağlılık düzeyleri ile spor yöneticilerinden algıladıkları vizyoner liderlik davranışları arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Spor yöneticilerinin vizyoner liderlik davranışları arttıkça antrenörlerin de örgütsel bağlılık düzeylerinin artış gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır.Öğe Multipl skleroz tanılı kadınlarda cinsel doyumu yordamada çift uyumu ve eş desteğinin rolü(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Karaçor, Kardelen; Ünal, AysunBu çalışma, Multipl Skleroz (MS) tanılı kadınlarda cinsel doyumu yordamada çift uyumu ve eş desteğinin rolünü incelemeyi amaçlayan tanımlayıcı-kesitsel türde bir çalışmadır. Araştırma verileri Haziran-Kasım 2023 tarihleri arasında toplanmıştır. Çalışmanın örneklemini, 18-55 yaş aralığındaki 61 MS tanılı kadın ve kontrol grubundaki 87 sağlıklı kadın oluşturmaktadır. Veriler "Kişisel Bilgi Formu", "Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği", "Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği", "Yenilenmiş Çift Uyum Ölçeği" ve "Eş Desteği Ölçeği" kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler ile birlikte; Student t-testi, Mann-Whitney U testi, Pearson korelasyon analizi ve Spearman's korelasyon analizi kullanılmıştır. İstatistiksel analizlerde anlamlılık düzeyi p=0,05 olarak kabul edilmiştir. Çalışmada MS grubunun yaş ortalaması 39.3±7.28; kontrol grubunun yaş ortalaması 37.9±8.48 olarak bulunmuştur. MS ve kontrol grubunda yer alan katılımcıların eş desteği ve çift uyumu arttıkça cinsel doyumun arttığı, depresyon düzeyi arttıkça cinsel doyumun azaldığı saptanmıştır (p<0.05). MS tanılı kadınlarda; yaş arttıkça eş desteğinin azaldığı, eğitim düzeyi arttıkça eş desteğinin arttığı ve depresyon düzeyinin azaldığı belirlenmiştir (p<0.05). Araştırma sonucunda, MS tanılı kadınların eş desteği ve çift uyumu arttıkça cinsel doyum düzeyinin arttığı bulunmuştur.Öğe Pregabalinin sıçanlarda travma sonrası stres bozukluğu üzerine etkileri(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Gül, Ezgi; Demirkapu, Mahluga JafarovaAmaç: Yırtıcı koku ile travma sonrası stres bozukluğu oluşturulan sıçanlara sistemik verilen pregabalinin donakalma süresi, kaygı indeksi, gaita miktarı, kilo farkı, tükürük bezi immünoglobulin A düzeyi, progesteron ve östrojen düzeyleri, serum nörotrofin düzeyleri üzerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada kırk adet dişi Wistar sıçan rastgele dört gruba ayrıldı. Travma ve tedavi grubu sıçanları yırtıcı koku stresine maruz bırakıldı, devamında bir hafta süre ile istirahate bırakıldı. İstirahat süresi dolan kontrol ve travma grubu hayvanlarına serum fizyolojik, pregabalin ve tedavi grubu hayvanlarına ise 30 mg/kg pregabalin oral gavaj yoluyla uygulandı. Uygulamaları takiben sıçanlar travma hatırlatıcısına maruz bırakıldı ve davranışları yükseltilmiş artı labirentinde izlendi. Devamında tükürük bezi ile kan örnekleri alındı ve hayvanlar sakrifiye edildi. Bulgular: Travma grubunda kontrol grubuna göre artan donakalma süresi oral gavaj yoluyla sistemik uygulanan pregabalin tedavisi ile geri döndü. Pregabalin tedavisi travma grubu ile travma geliştirilmeksizin pregabalin uygulanan grupta azalan tükürük bezi immünoglobulin A düzeyini geri çevirdi, fakat kaygı indeksini, gaita miktarını, kilo farkını, progesteron, östrojen ve serum nörotrofin düzeylerini değiştirmedi. Sonuç: Pregabalinin travma sonrası stres bozukluğunda etkisinin anlaşılması için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.Öğe Sülfonamid / trimetoprim içeren veteriner intrauterin tabletlerin farmasötik kalite yönünden incelenmesi(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Aygur, Muhammed Zeki; Özdemir, NurullahTürkiye'de farklı firmalar tarafından üretilen aktif maddesi aynı olan veteriner intrauterin tabletler pazarlanmaktadır. Tüm ilaçlarda olduğu gibi intrauterin tabletlerde de üretim aşamalarında kullanılan yardımcı maddeler, etken maddelerin fiziksel durumu, ilaçların farmasötik kalitesini doğrudan etkilemektedir. İlaçlardaki etki süresi ve gücünü doğrudan etkileyen bu durum nedeniyle, farmasötik kalite kılavuzlarında bazı standartlar geliştirilmiştir. Bu tez çalışmasında, Türkiye'de üretilen sülfonamid ve trimetoprim içeren veteriner intrauterin tabletlerin farmasötik kalite analizlerinden, fiziksel kontrol ve kromatografik analizlerle miktar tayini yönünden incelenmiştir. Analiz sonuçlarına göre, tabletlerin belirlenen spesifikasyonlarla uyumlu olduğu gösterilmiştir. Aynı etken maddeyi içeren farklı intrauterin tabletlerin görünüş, nem içeriği, madde miktarları, ağırlık, sertlik, kırılganlık gibi spesifikasyon ve reel analiz değerleri, farmakope standartlarına göre değerlendirilmiştir.Öğe Zonisamidin sıçanlarda travma sonrası stres bozukluğu üzerine etkileri(Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, 2024) Kutlu, Özge; Demirkapu, Mahluga JafarovaYırtıcı hayvan kokusu ile travma sonrası stres bozukluğu oluşturulan sıçanlara sistemik verilen zonisamidin donakalma süresi, kaygı indeksi ve serum nörotrofin düzeyleri üzerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmada yirmi dört adet dişi Wistar sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele kontrol, travma, zonisamid ve travma geliştirilerek zonisamid uygulanan tedavi grubu olmakla dört gruba ayrıldı. Travma ve tedavi grubu sıçanları yırtıcı koku stresine maruz bırakıldı. Bir hafta sonra kontrol ve travma grubu hayvanlarına serum fizyolojik, zonisamid ve tedavi grubu hayvanlarına ise 50 mg/kg zonisamid oral gavaj yoluyla uygulandı. Uygulamaları takiben sıçanlar travma hatırlatıcısına maruz bırakıldı ve davranışları yükseltilmiş artı labirentinde izlendi. Davranış deneyinden hemen sonra kan örnekleri alındı ve hayvanlar sakrifiye edildi. Travma grubunda kontrol grubuna göre artan donakalma süresi ve kaygı indeksi oral gavaj yoluyla sistemik uygulanan zonisamid tedavisi ile baskılandı. Zonisamid tedavisi serum nörotrofin düzeylerini etkilemedi. Çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular zonisamidin travma sonrası stres bozukluğunda etkili olabileceğine işaret etmektedir.