İlahiyat Fakültesi Koleskiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe TÜRK BELÂGATINDA HASR YOLLARI VE KUR’ÂN MEÂLLERİNİN ÂYETLERDEKİ HASRI YANSITMA BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ1(2020) Arpaçukuru, OsmanHasr, Kur’ân’ın çokça başvurduğu özlü, güçlü ve edebî nitelikliüstün bir üslûptur. Bu üslûp sayesinde, bir şeyin belli bir şeydebulunduğu, ondan başkasında bulunmadığı ifade edilir. Türk dilive belâgatında hasr üslûbuna yönelik çalışmalar yok denecekkadar azdır. Bu durumun neden olduğu bilgi eksikliği meâllerdeönemli dil ve anlatım problemlerine yol açmaktadır. Hasrla gelenâyetlerin meâllerinde anlam kayıpları olmakta, hasrın belli biryolunu gerektiren ilahî hikmet ve maksat da kaybolmaktadır.Meâlleri hasr açısından inceleyen bazı yayınlar bulunmaktadır.Bu araştırmanın onlardan farkı, sorunun tespitinden ziyade çözümodaklı olmasıdır. Araştırma, Türk belâgatında hasrın yollarını anahatlarıyla ele almakta ve böylece meâllerde hasrı ifadede görülendil ve anlatım problemlerini aşmaya imkân vermektedir. AyrıcaKur’ân’ın hasr üslûplarına denk veya yakın Türkçe üslûplarönermektedir.Araştırmada klasik, akademik ve sosyal tabanlı nitelikte yirmimeâl kitabı incelenmiştir. Meallerin kritiğinde Arapça veOsmanlıca belâgat kaynakları ve belli başlı tefsirlerin yanındaTürkçe dilbilgisi kitapları, Osmanlıca ve Türkçe sözlüklerebaşvurulmuştur.Öğe Haccın Dönüştürücü Gücüne Şahit Olan Mali Sultanı: Mensâ Mûsâ(2022) Gözütok Tamdoğan, ZehraHac, Müslümanlar üzerine hem yükümlülük ifade etmekte hem de aralarında vahdetin oluşmasına imkân tanıyan bir iletişim kaynağı olmaktadır. Bu ibadetin gerçekleştirilmesinde ferdin maddî gücü yanı sıra bulunduğu yerin Harameyn’e uzaklığı, yol güzergâhının emniyeti vb. unsurlar da önem arzetmektedir. Yakın bölgeler hariç birçok devlet yöneticisi yerine getiremedikleri ve yönetimleri adına meşruiyet meselesi olarak gördükleri haccın rahat bir şekilde edâ edilebilmesi için çok çaba sarfetmişlerdir. Özellikle kendi hacılarının bu farizayı yerine getirip sağ salim ülkelerine ve ailelerine kavuşabilmelerini sağlamak amacıyla Harameyn’in yöneticileri ile diplomatik görüşmelere, hediyeleşmelere önem vermişlerdir. Hac ibadeti için çıkılan yolculuklar Endülüs ve Mağrib toprakları için çok daha meşakkatli olmakta idi. Öyle ki bu kutlu yolculuğa gidemeyenler kutsal topraklara hediyeler, mektuplar, kasideler göndermeyi gelenek haline getirmişlerdi. Fakat Afrika Sultanları bu konuda istisna olmuş ve tarihe geçecek büyüklükte hac yolculukları yapmışlardır. Hem kendilerinin hem halklarının İslâm düşünce yapısına uyumlu bir hayat sürebilmeleri ve gerekli ilmî birikime sahip olmak için de bu yolculukları önemsemişlerdir. Bu çalışmada sömürü öncesi hayatlarında sahip oldukları maddî-manevî zenginlikleri göz ardı edilen Afrika’nın Batı Sudan/Mali Sul-tanı Mensâ Mûsâ’nın gerek Doğu’da gerekse Avrupa’da tanınmasına sebep olan hac yolculuğu ve haccın ülkesini çeşitli açılardan etkileyişinden bahsedilecektir.Öğe İbn Âşûr, TEFSİRE GİRİŞ Mukeddimetü’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr Mine’tTefsîr Mütercim: Harun Ünal, İstanbul: Ekin Yayınları, 2019, ss. 534.(2020) Yüksel, Yakup[Asbtract Not Availavle]Öğe Kadın ve Erkeklerin Kabir Ziyaretiyle İlgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi(2022) Mollaibrahimoğlu, CemilHz. Peygamber sakıncalı sonuçlara götürebileceği ve birtakım yasaklara sebep olabileceği için İslâm’ın ilk yıllarında kabir ziyaretini kadın erkek her-kese yasaklamıştır. Bu konuda İslâm âlimleri görüş birliği içindedir. Zira o dönemde başta şirk olmak üzere birçok câhiliye âdeti hâlâ yaşamaktaydı. Araplar kabirlerde şirke götüren davranışlarda bulunuyor, kötü sözler söylüyor, bağırıp çağırarak ağlıyor, ağıt yakıyor, kabirlerdeki ölülerle övünüyorlardı. Kadınlar bu olumsuz davranışlara daha meyilli olduklarından Hz. Peygamber onları ziyaretten özellikle menediyor, tehdit içeren ifadelerde bulunuyordu. Âlimlerin çoğu daha sonra İslâm’ın emir ve yasakları iyice benimsenip uygulanmaya başladığından yasağın kaldırıldığını söylerken tâbiînden bazıları yasağın devam ettiğini savunmuştur. Yasağın kaldırıldığını söyleyenler de ikiye ayrılmış, bir kısmı bunun kadın ve erkek herkes için söz konusu olduğunu, diğer bir kısmı ise yasağın sadece erkekler için kaldırılmış olup kadınlar için devam ettiğini söylemiştir. Bu makalede önce Hz. Peygamber’in kabir ziyaretini teşvik eden, bizzat kendisinin ve sahâbenin kabir ziyaretinde bulunduğunu belirten rivayetler tespit edilip nakledilecektir. Daha sonra kadınların kabir ziyaretini yasaklayan ve ziyaretlerine izin veren zahiren çelişkili rivayetler incelenecek, kabir ziyaretine dair bugüne kadar ortaya konan farklı kanaatler, mezhebî, fıkhî ihtilaf ve yorumlar tek tek nakledilip delilleri ve gerekçeleri ele alınarak değerlendirilecektir.Öğe Tayeb el-Hibri, The Abbasid Caliphate -A History-, Cambridge University Press, Cambridge 2021, xxviii + 330 sayfa, 3 harita, ISBN: 978-1-316-63439-4.(2022) Yılmaz, ÖmerYaklaşık beş asırlık bir zaman dilimini kapsayan Abbasi hilafeti; fıkhi/kelami mezheplerin teşekkül ettiği, İslami ilimlere dair klasik eserlerin telif edildiği ve Bağdat gibi önemli tarih, ilim ve kültür merkezlerinin kurulduğu bir dönemi temsil eder. Bu dönemin müslüman toplumlar üzerindeki etkisi günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Buna dayalı olarak Abbasiler; dinî, tarihî ve siyasi açıdan araştırmalara konu olmaktadır. Bu konuda yayımladığı araştırmalarla haklı bir üne kavuşmuş olan Tayep el-Hibri’nin The Abbasid Caliphate -A History- adlı çalışması bunlar arasında en önemlilerindendir. Hilafeti bir kurum olarak inceleyen yazar, bunun modern dünyadaki etkilerini de göstermektedir. Hilafetin kurumsallaşmasının Abbasiler döneminde tamamlandığını ifade eden yazar, bundan önce Hulefa-i raşidin ve Emeviler dönemi bulunduğunu belirtir. Ona göre Hulefa-i raşidin döneminde Peygamberin vefatıyla yokluğu hissedilen liderlik, dinî ve siyasi alan birlikte gözetilerek ikame edilmeye çalışılmıştır. Emeviler dönemini yazar, dinî hassasiyetlerin geri planda kaldığı bir saltanat olarak niteler. Bu dönemle Abbasiler arasında dinî açıdan bir mukayese, yazarın kitaptaki temel hedeflerinden birisini teşkil etmektedir. Yazarın varsayımına göre Emeviler, ladinî bir yönetim tarzını benimsemişlerdir. Abbasiler ise siyasetlerine dinî bir anlam yüklemek suretiyle yönettikleri toplumun dinî anlayışlarına hitap etmişlerdir. Emevilerin ve Abbasilerin din politikalarına ilişkin yapılan son çalışmalar, yazarın varsayımını reddetmemizin önünde bir engel bırakmamaktadır.Öğe Kurd Efendi ve Vikâye Tercümesi(2022) Yusuf, Bulutlu; Bulutlu, BünyaminBin iki yüz yıllık fıkıh geleneğimizde mezhep diye adlandırılan çeşitli fı-kıh ekolleri ortaya çıkmıştır. Bu ekollerin öğretileri ve temel görüşleri sonraki nesillere klasik dönemde muhtasar, sonrasında ise mütûn denen kısa ve öz eserlerle aktarılmıştır. Hanefi ekolünün de füru fıkhını ele alan en önemli metinlerin başında Vikâye adlı eser gelmektedir. Bu çalışma üzerine önemine binaen onlarca şerh, ihtisar, talika ve tercümeler gibi pek çok çalışma yapılmıştır. Farklı dillere tercümesi yanında yazma, Osmanlı döneminde Devletoğlu, Şemsi Ahmet Paşa ve Kurd Efendi gibi birkaç farklı kişi tarafından Türkçeye aktarılmıştır. Bu tercümelerden Arapça metnin tamamını nesir olarak Türkçeye aktaran Kurt Efendinin tercümesi olup, diğer tercümelere nazaran aslına uygun bir tercümedir. Tercüme nüshalarının çoğu Türkiye’de olmakla beraber, bazıları Mısır, Bosna ve Almanya gibi farklı ülkelerde bulunmaktadır. Bu nüshalardan bir kısmı tam iken, bazıları ise nâkıstır. Kimi nüshalar başka eserler ile mecmua olarak iç içe olup bunlardan bazıları isimsizdir. Nüshaların nispetinde herhangi bir ihtilaf olmamakla beraber bir nüshada Taşköprüzade gibi farklı kişilere atfedilse de bunlar gerçeği yansıtmamaktadır. Zira atfedilen ve isim kaydı bulunmayan nüshalar, karşılaştırma ve inceleme sonucunda Kurd Efendiye ait olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Tercüme sahibi Kurd Efendi sûfi bir kişiliğe sahip olup halveti şeyhidir. İlmi yetkinliği yazdığı ve tercüme ettiği eserlerden anlaşılmaktadır. Zira sağlam bir sülûk için ilmin şart olduğu gerçeğini müşahhas olarak ortaya koyduğu görülmektedir. Bu da eseri incelemeye değer kılan hususlardan biridir. Öte yandan bu yazmayı diğe-rinden farklı kılan, mütercimin gerekli gördüğü mülahazaları eklemesi, yer yer ıstılahları açıklaması, mesele hakkında farklı görüşleri, Türk âdetindeki farklılıkları, metindeki kapalılıkları ve gerekli yerlerde açıklamalar yapması-dır. Bundan dolayı kimi nüshalarda belirtildiği gibi tercümeden daha çok bir şerh olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda asıl metnin fıkıh literatüründeki önemi, eserin orijinal tercümesinin genişletilmiş eklemelerle Türkçeye çevirisi yazmayı önemli kılmakta olup buna binaen nüshayı tanıtmak, ilerice basılmasına vesile olmak ve Türkçe fıkıh literatürüne katkı sağlamak amacıyla bu makaleyi kaleme aldık.Öğe Gülfem Kurt, Çeviriye Dair, Ankara: Fecr Yayınları, 2021,196 s.(2021) Buhan, Yusuf[Asbtract Not Availavle]Öğe Mahfuz Geylani, Basra ve Küfe Ekolleri Arasındaki Nahiv Tartışmaları, Ankara: Akademisyen Kitabevi, 2018, 189 p/s. ISBN: 9786052581599(2020) Buhan, Yusuf[Asbtract Not Availavle]Öğe Mağribli Sefir Temgrûtî’nin 1589-1591 Yılları Arasındaki Seyahatinde İstanbul Notları(2022) Gözütok Tamdoğan, ZehraBir devletin başka bir devlet nezdinde temsiliyetinin yerine getirilmesinde elçinin yeri oldukça önemlidir. Elçinin karşılanması, huzura kabul edilmesi ise ev sahibi devletin gücünü göstermesi, elçinin geldiği devletle olan siyasî ilişkilerin durumunu göstermesi açısından önemli kabul edilmiştir. Bu çalışmada bir Mağrib devleti olan Sa’dîler döneminde elçilik heyeti içerisinde İstanbul’a gelen Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed et-Temgrûtî’nin (ö. 1003/1594-95) dönüşte kaleme aldığı eseri sosyo-kültürel açıdan incelenecektir. Fas’ta 1511-1659 yılları arasında hüküm süren Sa'dîler döneminde İspanya, Portekiz ve Osmanlı ile ilişkiler Mağrib için oldukça önemli idi. Mağrib ordusu Osmanlı askerinin desteğiyle Portekiz’le 1578 yılında yapılan Vâdilmehâzin Savaşı’nda zafer kazanmış ve bu zafer sonrası Ahmed el-Mansûr sultan olmuş ve bölgenin önemli gücü haline gelmiştir. Fakat diğer bir güç olan Osmanlı ile ilişkiler, Sultan Ahmed el-Mansûr’un 1588 yılına ait vergiyi İstanbul’a göndermemesi üzerine bozulmaya başlamıştır. Bunun üzerine Sa’dî Sultanı vergi ve çeşitli hediyelerle birlikte 997/1589 yılında İstanbul’a bir heyet göndermiştir. Gönderilen elçilik heyeti içerisinde, vezir ve devlet tarihçisi olan Fiştâlî (ö. 1032/1622-23)de yer almıştır. Temgrûtî’nin siyasî yetkinliği hakkında biz yeterli bilgi sahibi olmadığımız gibi kendisi de İstanbul’a getirilen mektupla ilgili ve diplomasiyi ilgilendiren başka konularda ayrıntıya girmemiştir. Ayrıntılı olmasa da içtimaî hayata dair müşahedelerini aktarmıştır. Temgrûtî ve heyet 10 Rebiülevvel 999/5 Şubat 1591’de mevlid-i nebî günü Fas Sultanı Ahmad el-Mansur’un huzuruna kabul edilmişler ve merasimlere katılmışlardır. Osmanlı’nın iki elçisinin de hazır bulunduğu bu merasimleri Temgrûtî oldukça ayrıntılı olarak anlatmaktadır. 16. yüzyılda İstanbul’a Avrupa’dan gelen elçilik heyetinde yer alan kişilerden en azından birisi yapılan bu seyahati çoğunlukla yazmış iken Kuzey Afrika’dan ve özellikle Fas’tan Osmanlı topraklarına gelen sefirler bu tecrübelerini pek de kaleme almamışlardır. Bu açıdan bakıldığında 16. yüzyılda elçilik heyetiyle İstanbul’a gelen ve Mağrib’e döndüğünde bu seyahati kaleme alan Temgrûtî ve eseri önemlidir. Osmanlı ile ilişkilerin her iki taraf için de önem arz ettiği bir dönemde yapılan bu sefâret, Temgrûtî’nin dönüşte yazdığı eseri en-Nefhâtü’l-miskiyye fi’s-sefâreti’t-Türkiyye’de anlattıkları sosyo-kültürel hayat açısından dikkate değerdir. Temgrûtî’nin çalışmamıza konu olan eseri, Muhammed es-Sâlihî tarafından tahkîk edilmiştir. Bu çalışma bu tahkîk üzerinden yapılmıştır. İncelemede görülecektir ki Temgrûtî, güzergâhında bulunan şehirleri özellikle İstanbul’a kadar olanları daha çok başka yazarların anlatılarıyla vermiş; içtimaî ve kültürel hayata dair kendi gözlemlerine fazla yer vermemiştir. Bu da kitap boyunca sanki bu şehirleri kendisi görmemiş gibi bir his uyandırmaktadır. İstanbul’a gelince o, bu şehri Batılı seyyahlar gibi halkıyla, çarşısı, pazarıyla resmetmekten ziyade bir iki mescit, misafir olduğu bir vezirin evi ve misafirperverliği, sultanın huzuruna çıkış gibi bazı konulara ayrıntıya girmeden yer vermiştir. Aynı yıllarda İstanbul’a gelen birçok sefir veyahut diğer görevlilerin ayrıntılı olarak verdiği yerler arasında Fatih Külliyesi yer alırken Temgrûtî’de hiçbir bilgi, gözlem, hikâye yoktur. İstanbul’da kitap ve kütüphanelerin çokluğunu ifade etse de ulemâdan yahut katıldığı ilim meclislerinden bahsetmemektedir. Oysa diğer şehirlerde ilim meclislerine katılıp ulemâdan icâzetler almış ve bunları eserinde anlatmıştır. Eksiklik olarak görülebilecek bu önemli konulara rağmen bizim amacımız iki devlet arasındaki siyasî ilişkiler yahut Sa’dîler’in bu sefaret sonrası yaptıkları ve kendilerine oldukça zenginlik kazandıran Sudan saldırıları olmadığından eserde yer alan içtimaî ve kültürel öğe incelenerek dönemin ve özellikle de 16. asır İstanbul’unun sefâret ve seyahat kitapları içerisindeki yerinin belirlenebilmesine yardımcı olacaktır.Öğe Cumhuriyet Döneminde (1923-2018) İbnü’l-Cezerî Hakkında Yapılan İlmî Çalışmalar: Tespit Ve Tahliller(2021) Yüksel, Yakup[Asbtract Not Availavle]Öğe Mustafa Agâh, Cahiliyye Arap Şiirinde Hikmet Züheyr b. Ebi Sulma Örneği, İlahiyat Yayınları, Ankara, 2020, 136 sayfa(2021) Buhan, Yusuf[Asbtract Not Availavle]Öğe Osmanlı’da Kadılar İçin Yapılan İmtihanlar ve 19. Yüzyıldan Bir İmtihan Örneği: Filibeli Halil Fevzi Efendi’nin Risale-i İmtihâniye fî Bâb-i Bey‘i’l-fâsid mine’d-Dürer’i(2022) Dinç, Emine Nurefşanİlk devirlerden itibaren Müslümanlar nezdinde kadılık görevini ancak liyakat sahibi kimselerin yerine getirebileceği prensipte benimsenmiş, kadıların yeterli ölçüde hukuk bilgisine ve melekesine sahip kimseler arasından seçilmesine özen gösterilmiş, bunu temin için medreseler kurulmuştur. Kadıların kazâî saha dışında idarî yapıda da etkin olduğu Osmanlı Devleti’nde medrese sistemi daha da geliştirilmiş, yüksek öğretim veren Sahn ve Süleymaniye medreseleri kurulmuş, hukukçular bu müesseselerin mezunları arasından atanmıştır. Zamanla bir çeşit stajyerlik mahiyetinde olan mülâzemet sistemi de uygulamaya konulmuş, görevini hakkıyla yapacak kimselerin kadı olarak seçilebilmesini temin için birçok tedbir alınmış, düzenlemeler yapılmıştır. Bunlar arasında bilhassa imtihanlar liyakatlı adayların belirlenmesinin en önemli yollarından biri olarak görülmüştür. Tanzimat’tan sonra ise sistemde köklü değişiklikler gerçekleştirilmiş, kadı atamalarında imtihana neticelerinin esas alınmasına dayanan yeni bir derecelendirme usulü uygulamaya konulmuştur. Kadı yetiştiren okullar kurulmuş, bu okullara girişte, tahsil esnasında ve mezuniyette oldukça ciddi şekilde yapıldığı anlaşılan imtihanlar icrâ edilmiştir. İmtihanlar hiç şüphesiz ölçme ve değerlendirme faaliyetinin en esaslı unsurudur. Ölçme ve değerlendirme, eğitim sürecinin birçok bileşeni ile ilgili fikir veren bir basamaktır ve müfredat, değerlendirme kriterleri, ilkelerin koruması gibi hususlarla yakından ilişkilidir. Bu makalenin konusunu Osmanlı Devleti’nde kadılar için yapılan imtihanlar teşkil etmektedir. Günümüzde Osmanlı dönemi eğitim sisteminin ve kazâ teşkilatının işleyişine dair pek çok eser ve makale bulunmakla birlikte, bu konuyu müstakil olarak ele alan çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu makalede, kadılık mesleğine giriş süreci ve tayin kriterleri ile alakalı olması açısından önem arz eden bu konu etraflı bir şekilde incelenmiş, kadı adaylarına uygulanan imtihanlar hakkında bilgi vermek amaçlanmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde Tanzimat’a kadar olan dönemde, ikinci bölümünde Tanzimat sonrasında kadılar için yapılan imtihanlar ele alınmıştır. Üçüncü bölümde 19. yüzyılda kadı okullarında en ağırlıklı ders olan Dürer dersi ile Filibeli Halil Fevzi Efendi tarafından Dürerü’l-hükkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm’dan hazırlanıp 1867’de risale olarak neşredilen imtihan sorularının tercümesi yapılmış, muhtevası tanıtılarak değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Çalışmanın son kısmında ise bu imtihanın soruları ile cevaplarının tercümesi yer almaktadır.Öğe THE PLACE OF SECT STRUCTURES SUCH AS ASITANES, DERVISH LODGES AND TEKKES IN THE FORMATION OF CITY IDENTITY IN ISTANBUL(Istanbul Univ Press, Istanbul Univ Rectorate, 2021) Köse, FatihIn this study, general information is given about the contributions of sufi order structures to the formation of Istanbul's urban identity, both physically and culturally. Among the elements that make up the historical identity of Ottoman cities, foundation establishments come first. Sufi order structures, called as asitanes, dargahs, and dervish lodges, are among other important foundation institutions such as mosques and madrasahs. Dervish lodges were places where many services were provided, from education to food and shelter. In terms of their architectural structures, the tekkes consisted of units such as a tawhidhane, a cilehane, a kitchen, a library and dervish rooms, where the functions of education and lodging were performed. Tekkes were ruled by the postnishin, also called the sheikh. Many tekkes were named after the profession or nickname of their sheikhs. Dargahs and the tombs in a dargah had an important place in terms of popular folklore and beliefs. The people often visited the shrines of the sheikhs, whom they regarded as saints to which they prayed and made offerings. Various meals prepared in dervish lodges were served and distributed to the public on special days and nights. Tekkes played a major role in the formation of the historical silhouette, neighborhood texture, and culture in Istanbul's acquisition of a Turkish-Islamic identity. Many neighborhoods and districts in Istanbul have emerged and developed centered around these lodges. Over time, many works were written about the Istanbul dervish lodges and the famous sufis who served in these dervish lodges, and a remarkable literature was constructed from these.Öğe Kutsallık ve Heretiklik Arasında Bağımsız Mistik Kadınlar: Beguineler(2022) Temiztürk, HalilKadınların Hıristiyanlık içerisindeki konumları geçmişten beri tartışmalı olmuştur. Erken dönemde kadınların dinî hayatta etkin olduklarına ilişkin çok sayıda örnek olmasına rağmen daha sonraki süreçte kilise hiyerarşisinden dışlandıkları bilinmektedir. Fakat kurumsal Hıristiyanlığın aksine, kadınlar mistik Hıristiyanlıkta daha öne çıkmışlar, vizyonları ve sıra dışı tecrübeleriyle topluma tesir etmişlerdir. Orta Çağ’da dikkat çeken mistik kadın hareketlerinden biri de Kiliseden bağımsız laik mistik kadınlardan oluşan Beguinelerdir. 12. yüzyılda Aşağı Ülkeler olarak bilinen bugünkü Belçika, Hollanda, Lüksemburg ile Almanya’nın doğusu ve Fransa’nın kuzeyindeki bölgelerde ortaya çıkmışlardır. Bir taraftan mistik kadınlar olarak toplumda saygı görmüş, diğer taraftan bağımsız laik mistikler oldukları için kilise otoritesince dikkatlice takip edilmişlerdir. Makalede Beguinelerin ortaya çıkmasındaki tarihsel koşullar ve sosyal dinamikler ele alınmaktadır. Ayrıca onların yaşam tarzları, diğer mistik gruplardan farkları ve Kilise tarafından nasıl karşılandıkları değerlendirilmiştir. Makale Hıristiyan mistik geleneği ile beraber Kilise, mistikler ve kadınlar arasındaki ilişkileri ele almaktadır, bu bakımdan çalışmanın farklı alanlardaki araştırmacılara katkı sağlaması hedeflenmektedir.Öğe Ahmet Bayındır, Ockhamlı William’ın Din Felsefesi. Bursa: Emin Yayınları, 2019. 209 s.(2021) Turan, Sümeyra[Asbtract Not Availavle]Öğe Amerika Birleşik Devletleri’nde Müslüman Karşıtı Irkçılık: American Assassin (Suikastçı) Ve Unlocked (Gizli Kod) Filmleri Örneği(2022) Özkır, Yusuf; Akkır, RamazanAmerika Birleşik Devletleri (ABD) Müslüman karşıtı ırkçılık olan İslamofobinin artarak devam ettiği ülkeler arasındadır. ABD’nin İslamofobi tarihinde, 11 Eylül 2001 tarihinde ülkenin sembolü olan İkiz Kulelere yapılan saldırı bir kırılma olarak öne çıkmaktadır. Bu tarihten itibaren Müslümanlara yönelik ırkçı saldırıların arttığı ve İslam dininin çeşitli zeminlerde düşmanlaştırıldığı görülmektedir. ABD’nin küresel hegemonyasına meşruiyet kazandırmak için Müslüman karşıtı ırkçı söyleme başvurduğunu ve farklı içerikler üreterek bu yaklaşımını yeniden ürettiğini söylemek mümkündür. İslam karşıtı söylemin oluşturulmasında ve yaygınlaştırılmasında Hollywood film endüstrisinin payı ise belirleyici bir ağırlığa sahiptir. Bu çalışmanın amacı, ABD’nin Müslüman karşıtı ırkçılığının teorik analizini yapmak, İslam ve Müslüman karşıtlığının çerçevesini ortaya koymak, Suikastçı ve Gizli Kod filmleri örneği üzerinden İslamofobinin nasıl teberrüz ettiğini göstermektir. Çalışmanın ilk bölümünde, ABD’de var olan İslamofobinin nedenleri ve parametreleri; ikinci bölümünde ise Hollywood yapımı olan American Assassin (Suikastçı) ve Unlocked (Gizli Kod) filmleri içerik analizi tekniğiyle ele alınıp yorumlanmaktadır. Çalışmanın sonucunda ABD var olan İslamofobinin dış politikası ile uyumlu olduğu ve Hollywood tarafından pekiştirildiği ortaya çıkmıştır.Öğe Lahn Meselesinin Hadisçilere Göre Değerlendirilmesi(2022) Yağcı, Hızırİlk dönemlerde sözü istikametinden başka bir yöne çekmek, şeklinde kullanılan lahn kavramı, zamanla i‘raba aykırı ifadeler için kullanılmaya başlamıştır. Ancak hadis kaynaklarında verilen örneklerde i‘raba aykırı ifadeler için lahn kavramı kullanıldığı gibi daha genel anlamda dilbilgisi kusurlarını kapsayacak şekilde de kullanıldığı görülmektedir. Araplar’ın farklı etnik yapıya mensup insanlarla bir arada yaşamaya başlamalarıyla yaygınlaşan lahn, genelde Arapça bilmemek ve tashîften kaynaklanmaktadır. Muhaddisler, ravide lahn bulunmamasını ravinin zabtını kuvvetlendiren bir husus olarak kabul etmekle birlikte, lahnın mevcudiyetinin ravinin adaletine zarar vermediğine hükmetmişlerdir. Bu sebeple dilbilgisi kusuru yaptığı bilinen raviler, aynı zamanda sika kabul edilmiştir. Lehçe farklılıklarından kaynaklanan değişik kullanımların lahn sayılmaması ve i‘rab hatası şeklinde gerçekleştiği iddia edilen dilbilgisi kusurlarının farklı yorumlanabilmesi sebebiyle, lahn olduğu varsayılan rivayetin sadece bu nedenle zayıf veya uydurma olduğunu iddia etmek isabetli görünmemektedir. Zira dilbilgisi hatası bulunan rivayetlerin zayıf sayılmalarının başka gerekçeleri olduğu da görülmüştür. Hadiste manayı ihlal eden bir durum bulunması halinde lafızlara itibar edilemeyeceğini savunanların farazî örneklere başvurmaları da bu düşüncemizi desteklemektedir.Öğe Mağrib’den Hicaz’a İki Merinî Emîresinin 14. Yüzyıldaki Hac Yolculukları(2021) Gözütok Tamdoğan, ZehraSamîlerde kadîm dinî sembollerden olan hac, Müslüman fert için dinî bir görev olmasının yanı sıra içtimaî olarak bir ümmet bilinci oluşturan, aynı zamanda İslâm coğrafyasında ciddi nüfus hareketliliği meydana getiren önemli bir ibadettir. Hz. Peygamber’in tebliği ile birlikte hac, aslına döndürülmüş olup bundan sonraki süreçte yönetimi elinde bulunduranlar bu böl- geyi tüm dünya Müslümanlarının bu görevlerini rahat bir şekilde icra etmeleri ve kazandık- ları dinî, ilmî ve içtimaî tecrübeleri kendi bölgelerine taşıyabilmeleri için gayret sarf etmişler- dir. Nitekim İslâm topraklarının batı ucunda yer alan Mağrib ve Endülüs, burada kurulan dev- letlerin doğu İslâm dünyası ile hac, ilim ve ticaret yolculuklarıyla kurdukları ilişkilerle maddî- mânevî güç kazanmışlardır. Endülüs cihadı dolayısıyla kısmen ara verilen hac yolculuklarını resmî kafilelerle tekrar başlatan Merînî Devleti hem Hz. Peygamber’e olan özlem ve hasretle- rini ifade etmek ve hem de siyasî, içtimaî güçlerini gösterebilmek için bu yolculuklara oldukça önem vermişlerdir. Bu çalışmada haccın diplomatik, içtimaî ve kültürel boyutları içerisinde Merini sultanı Ebü’l-Hasan’ın (öl. 752/1351) annesi ve kızkardeşi iki emîrenin- Vâlide Mer- yem ve Kız kardeş Meryem bint Saîd- 14. asırda gerçekleşen ve en az bir yıl süren meşakkatli hac yolculukları konu edilmiştir. Haccın kadın yolcuları arasında yer alan ve Hârûnürreşîd’in eşi olan Zübeyde bint Ca’fer, diğer İslâm devletlerinin hükümdar eş ve kızları için özel bir örnek teşkil etmektedir. O’nun ihtişamlı yolculuğu yanı sıra hacıların bu yolculuğu rahat ya- pabilmeleri için yol boyunca yaptırdığı mekânlar ve kutsal topraklarda yaptırdığı su yolları oldukça dikkat çekicidir. Memlük hatunlarının hac yolculukları da hemen hemen aynı özellik- lere sahip idi. Meşrık soylu kadınlarıyla, çalışmanın konusu olan ve Mağrib havâs tabakası erkeklerinin bile ender göze alabildiği Mağrib-Hicaz hac seferini, her zorluğu göze alarak ba- şaran bu iki Mağrib soylu kadınının hacları da destanlaşmıştır. Makalede adı geçen kadın ha- cılar daha ziyade hükümdar ailesine mensup hanımlardır. Hac seyahatleri bizzat bu hanımlar tarafından yazılmadığı için dönemin Mağrib ve Endülüs tarihçileri ile seyyahlarının hac seya- hatnameleri bizim için önemli kaynaklar olmuştur. Emirelerin hac yolculuğuna çıkışları, yol- culukları, kutsal topraklara varışları ve Harameyn’in yöneticilerine götürdükleri hediye ve mektuplar üzerinde durulmuş, Hac vazifelerini ifa ettikten sonra dönüş yolunda kendileri adına saray erkânı tarafından düzenlenen kutlamalar anlatılmıştır. Mağrib’de hüküm süren Merînî sultanlarından Ebü’l-Hasan döneminde gerçekleşen bu hac yolculuklarını dönemin si- yasî gelişmeleri, sosyo-kültürel özellikleri açısından değerlendirmek gerekir. Mağrib Sultanı, Mağrib-i Aksâ dışında kalan yerlerin fethi ve Endülüs’te katıldığı cihad faaliyetleri ile adeta batı İslâm dünyasının sultanı olma hedeflerinde oldukça ilerlemiştir. İşte bu dönemde kutsal topraklarla ve onların yöneticisi durumunda olanlarla da çok yönlü ilişkiler kurmuştur. Bu ilişkiler içerisinde Merini sultanlarının kadınları, kutsal topraklarda hüküm süren Memlükle- rin hanım sultanları ile adeta yarışırcasına yapılan hac yolculukları, sultanlar arası diplomatik yazışmalar, hediyeleşmeler ve hacca gidemeyenlerin özlemlerini ifade eden Mescid-i Nebevî mektupları yer almaktadır. Bu konu ile haccın en uzak topraklarda bile canlı bir şekilde heye- canla çıkılan bir yolculuk olmasında dönemin sultanlarının bu yolculukları maddî-mânevî desteklemeleri, tasavvuf erbabının yol emniyeti için yaptıkları ribatlarla devlete yardımcı ol- malarının, Memlükler’in hac yolculuklarının inşâ ve ihyası için çabalarının etkili olduğu vur- gulanmaktadır. Çalışmada öncelikle kadınların hac hikâyeleri verilmiş daha sonra özel olarak Merinî dönemi hanedan kadınlarının hacları ele alınmış, bu hac yolculuklarının diplomatik, kültürel içerikleri incelenmiştir. Kutsal toprakların yöneticisi durumunda olan Memlük sul- tanlarına gönderilen hediyeler ve Müslümanlar açısından kutsal sayılan Mekke, Medine ve Kudüs’e gönderilen mushaf-ı şerifler bu hac yolculuklarının önemli simgeleri halini almıştır. Hediyelerin seçilmesi, takdim edilmesi, kabulü ve hediyelere karşılık verilmesi de hem diplo- matik ilişkileri hem de diplomatik kültürü göstermektedir. Müslüman devlet yöneticilerinin güçlü olduğu dönemlerde hac yolculuklarının maddî-mânevî açıdan bütün Müslümanları na- sıl birleştirdiği dikkat çekmektedir. Özellikle bu iki emirenin uzun yolculuğunun rahat ger- çekleştirilmiş olması da konunun bir diğer önemli boyutu olarak ifade edilmelidir.Öğe Atâ b. Ebû Rebâh ve Hadis İlmindeki Yeri(2021) Yağcı, HızırTâbiîn neslinin genel olarak İslâmî ilimlerin teşekkülünde özelde ise ha-dis ilminin gelişimindeki katkısı bilinmektedir. Bu katkının niteliği konusun-da çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Böyle bir amacın bir parçası olmak bu çalış-manın da hedefleri arasındadır. Özellikle Abdullah b. Abbas’ın talebesi ve ondan sonra Mekke mektebinin en tanınmış hocası olan Atâ b. Ebû Rebâh’ın hadisçiliğine yönelik herhangi bir çalışma yapılmaması ayrı bir teşvik edici saik olmuştur. Erken dönem şahsiyetlerinden olan Atâ’nın hayatı ve ilmî kişiliğini incelerken başta şahsına ait fetva ve rivâyetler olmak üzere ilk dönemden itibaren kaynaklardan elde edilen bilgilerle birtakım sonuçlara ulaşılmaya çalışılmıştır. Araştırma ve incelemeye değer, hareketli bir siyasî yaşam süren Atâ, erken dönemde ortaya çıkan fikrî ve toplumsal çalkantıların içinde yaşamıştır. Eğitimci kişiliği ile dikkat çeken Atâ, başta İbn Abbas olmak üzere sahâbeden aldığı ilmî mirasa kendi tecrübelerini katarak sonraki nesillere aktarmıştır. Mekke müftülüğü ve hac organizasyonlarında uzun yıllar fetva mercii olması edindiği önemli tecrübelerdendir. Sünnete bağlılığı ile maruf olmasının yanı sıra tâbiîn nesli arasında fetva ve ictihadlarıyla tanınanlar arasında yer almıştır. Münekkid bir hadis hafızı olan Atâ, hadiste mutlak otorite kabul edilmiştir. Hadiste ilk telfîk yapanlardan biri olması, nakilde bulunduğu kaynakların çeşitliliğini ve rivâyetlerin birçok tarîkini bildiğini göstermektedir. Yazılı rivâyetlerde bulunmuş ve hadis yazımını teşvik etmiştir. Kullandığı bazı hadis kavramlarıyla hadis ıstılahlarının gelişimine katkı sağlamış ve mürsel rivâyetlerinin çokluğu ile dikkat çekmiştir.Öğe Kendilik Bilinci Bağlamında İbn Bâcce’nin Tedbîru’l-Mütevahhid Kavramı İle F. H. Bradley’in Kendini Gerçekleştirme[Self-Realisation] Kavramları Üzerine Bir İnceleme(2022) Turan, Ramazan; Turan, SümeyraBu çalışma, 12. yüzyılın Endülüslü İslam filozofu İbn Bâcce ile 20. yüzyılın İngiliz idealist filozofu olan Francis Herbert Bradley’in kendilik bilincine dair ortaya koydukları görüşleri incelemeyi amaçlamaktadır. Her iki filozofun temel ilgilerinden birisi insanın bireysel gelişimidir. İbn Bâcce, bu meseleyi kendisine has olarak ortaya koyduğu tedbirü’l-mütevahhid kavramı çerçevesinde izah ederken, Bradley, kendini gerçekleştirme [self-realisation] kavramıyla ortaya koymaktadır. İnsanın toplumsal bir varlık olduğu ve kendilik bilincinin ancak toplumda mükemmel hale geleceği konusunda hem fikir olan filozoflar ayrıntılarda birbirinden ayrılmaktadır. İbn Bâcce, bireysel gelişimin yalnız da mümkün olabileceğine vurgu yaparken Bradley, toplum olmaksızın kendini gerçekleştirmenin mümkün olmadığını belirtmektedir. Filozoflar, insanın özgür ve sorumlu bir varlık olduğu hususunda hemfikir iken din ile ahlak arasında kurdukları ilişkide birbirinden ayrılmaktadır. İbn Bâcce için din ile ahlak birbirinden ayrı alanlar değildir. Bradley ise bunları farklı alanlar olarak görür ancak Bradley, din ile ahlakın birbirini tamamlaması gerektiğine de dikkat çeker.