Yazar "Tilbe, Ali" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 12 / 12
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Beur Yazını ve Verlan Dili: Fransa'daki Kuzey Afrika Göç(er) Söylemi(2020) Tilbe, Ali; Topaloğlu, Yusuf1980’li yıllarda, adını Arap sözcüğünün hecelerinin yer değiştirilmesiyle elde edilen Verlan Dili ile bu süreçte gelişen Beur Yazını, yeni bir yazar kuşağını yazın evrenine taşımıştır. Beur yazını, Kuzey Afrika kökenli ya da Fransa'da doğup büyüyen Kuzey Afrika göçerlerinin özgün söylemidir. Göçün etkisiyle sömürgecilik sonrası ortaya çıkan bu yazınsal akımın romanlarının genç anlatı kişileri, sürekli bir iç çatışma içinde olup, iki ekin, iki yaşam ve iki toplum arasında algılanan göç acısı, eşitsizlik ve sömürgeleştirme duygusu içinde parçalanırlar. Özellikle 2005 yılından başlayarak, önce Yörekent Yazını daha sonra da Çağdaş Kent Yazını ve Dünya-Yazını olarak tanımlanan bu alan, yazın ve dilbilim dünyasında bütünüyle yeni bir araştırma ve eleştiri nesnesi olarak belirmiştir. Beur Yazını romanlarında yazar, farklı kökenlerden, ekinlerden ve Arapça, Berber, Afrika ve Karayip ile Çingene dillerinden oluşan toplulukların dil uygulamalarını birlikte kullanarak çoğul ve karma yeni bir dilsel / söylemsel uzam oluşturmuştur. Biz bu çalışmada Mağrip ülkelerinden ulusötesi göç sonrası Fransa’da gelişen Beur yazını ve Verlan dilini, tarihsel ve kuramsal bağlamda incelemeyi amaçlıyoruz.Öğe Beur Yazını ve Verlan Dili: Fransa’daki Kuzey Afrika Göç(er) Söylemi(2020) Tilbe, Ali; Topaloğlu, Yusuf1980’li yıllarda, adını Arap sözcüğünün hecelerinin yer değiştirilmesiyle elde edilen Verlan Dili ile bu süreçte gelişen Beur Yazını, yeni bir yazar kuşağını yazın evrenine taşımıştır. Beur yazını, Kuzey Afrika kökenli ya da Fransa'da doğup büyüyen Kuzey Afrika göçerlerinin özgün söylemidir. Göçün etkisiyle sömürgecilik sonrası ortaya çıkan bu yazınsal akımın romanlarının genç anlatı kişileri, sürekli bir iç çatışma içinde olup, iki ekin, iki yaşam ve iki toplum arasında algılanan göç acısı, eşitsizlik ve sömürgeleştirme duygusu içinde parçalanırlar. Özellikle 2005 yılından başlayarak, önce Yörekent Yazını daha sonra da Çağdaş Kent Yazını ve Dünya-Yazını olarak tanımlanan bu alan, yazın ve dilbilim dünyasında bütünüyle yeni bir araştırma ve eleştiri nesnesi olarak belirmiştir. Beur Yazını romanlarında yazar, farklı kökenlerden, ekinlerden ve Arapça, Berber, Afrika ve Karayip ile Çingene dillerinden oluşan toplulukların dil uygulamalarını birlikte kullanarak çoğul ve karma yeni bir dilsel / söylemsel uzam oluşturmuştur. Biz bu çalışmada Mağrip ülkelerinden ulusötesi göç sonrası Fransa’da gelişen Beur yazını ve Verlan dilini, tarihsel ve kuramsal bağlamda incelemeyi amaçlıyoruz.Öğe Bir Tarihsel Roman Okuması: Jean-Christophe Rufin'nin Kralın Kervanları(2016) Tilbe, Ali; Civelek, Kamil1997 yılında yayınlanan ve Jean-Christophe Rufin'nin ilk tarihsel romanı olan Kralın Kervanları (L'Abyssin) Goncourt ve Méditerranée roman ödüllerini alır. Roman, bu iki büyük ödül sayesinde on dokuz dile çevrilerek dünya genelinde yazarın tanınmasını sağlar. Rufin, Kralın Kervanları'nda, 17. yüzyılda Mısır-Habeşistan-Fransa üçgeninde gelişen tarihsel olayları roman kurgusuna yerleştirir. Roman konusunu tarihsel bir gerçeklikten aldığı için tarihsel roman türünün temel niteliklerini taşır. Sağlam ve tutarlı kurgusal yapısıyla da okurun ilgisini çekmeyi başarır. Anlatı, Osmanlı Devleti'ne bağlı Mısır'da başlar. Fransa Kralı XIV. Louis, Habeşistan Kralı'nın cilt hastalığını tedavi ettirmek ve bu sayede dostça ilişkiler kurmak ereğiyle kendisine diplomatik bir heyet göndermeyi istemektedir. Asıl örtük ereği ise, ona göre karanlıklar içinde yaşayan bu ülkeyi Katolik Kilisesi'ne bağlamaktır. Bu erekle o dönemde Mısır'da yaşayan Doktor Jean-Baptiste Poncet'yi ilişkileri başlatabilmesi için Fransa Büyükelçiliği aracılığıyla Habeşistan'a gitmekle görevlendirir. Böylelikle Müslüman bir tüccarın kervanıyla Doğu'nun büyülü bezemine yolculuk başlar. Son derece canlı, duru ve çekici bir biçemle öykülenen olaylar, okuru bir yandan tarihin derinliklerine yolculuğa çıkmaya, öte yandan da Mısır ve Habeşistan topraklarındaki eşsiz güzelliklere tanık olmaya çağırır. Bu çalışma, Kralın Kervanları'nı, Georges Lukacs'ın tarihsel roman kuramıyla birlikte romanda kullanılan anlatı uygulayımları ve yerlemleri çerçevesinde çözümlemeyi amaçlamaktadır.Öğe De La Theorie a La Fiction: Une Etude Autofictionnelle Sur Fils De Serge Doubrovsky, L'enfant Eternel De Philippe Forest Et Le Bebe De Marie Darrieussecq(2020) Coloane, Mathilde; Tilbe, AliEn 1977, Serge Doubrovsky invente le terme d’autofiction pour qualifier sa proprepratique initiée dans Fils. Dans la partie «prière d’insérer» on peut lire ceci: «Fiction,d’événements et de faits strictement réels; si l’on veut, autofiction d’avoir confié lelangage d’une aventure à l’aventure du langage, hors sagesse et hors syntaxe duroman, traditionnel ou nouveau». Se situant à la fois dans la fiction et dans le réel,l’enjeu de l’autofiction est avant tout littéraire. En effet, la critique littérairepostmoderne cherche à délimiter les frontières de ce nouvel objet littéraire. Ainsi, poureffectuer cette recherche nous avons choisi trois auteurs d’autofiction: Philippe Forest,Marie Darrieussecq et Serge Doubrovsky. Chacun a sa propre théorie sur l'autofictionet la mettent en pratique à travers les œuvres suivantes: L’Enfant Eternel, Fils et LeBébé. On peut se demander pourquoi les auteurs d’autofictions éprouvent le besoin depasser par la théorie pour accompagner leurs récits.Öğe JEAN GENET TİYATROSUNDA SAHNE ELBİSESİ VE DONATIMLIĞIN SEZDİRİMSEL İŞLEVİ(Namık Kemal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, 2014) Tilbe, AliBu çalışmada, 1950’li yıllarda öne çıkan Uyumsuz Tiyatronun önde gelen temsilcilerinden biri olan Jean Genet’nin Hizmetçiler (Les Bonnes), Balkon (Le Balcon) ve Paravanlar (Les Paravents) adlı oyunlarında bezem (costume) ve donatımlığın sezdirimsel işlevini çözümlemeyi amaçladık. Jean Genet sahnesinde dilsel göstergelerden çok, dil dışı göstergelerin ağırlıklı anlatım biçimi olması nedeniyle, yazarın tüm oyunlarına yüklediği sezdirimsel yaklaşımı ön plana çıkartmaya çalıştık. Genet Tiyatrosunda ışık, bezem, renk, müzik, ses ve/veya sessizlik kimi zaman gizli, kimi zamansa açık birer anlatım biçimidir. Bu bileşenler, yazarın sahnesinde yaratmak istediği arınma, yabancılaştırma ve sezdirimsel yaklaşımın oluşturulmasında oldukça işlevseldir. Ele aldığımız oyunlarda sahne elbisesi ve donatımlığın üstlendiği imgesel anlamlar ve göndermeleri açımsamaya çalıştık. Bu dönem tiyatro anlayışı ve Jean Genet’nin biçemi birleştirildiğinde sahne elbisesi ve donatımlığın üstlendiği görev ve örtük anlamlar artmaktadır. Bu öğelerin sahnede gösterilmeyenlere, söylenmeyenlere sözcüklük ettikleri açıktır. Uyumsuz tiyatro, İkinci Dünya Savaşı sonrasında örgütlü bir görünüm kazanan ve daha da güçlenen anamalcı siyasal dizge içinde yalnızlaşan insanın acıklı durumunu, yaşama ilişkin korku ve kaygılarını öyküleme görevi üstlenir. Geleneksel tiyatro oyun türlerinin yapısını teryüz ederek alışılagelen tüm biçim ve değerleri sorunsallaştırır. Oyunlar içinde doğrudan bir ileti vermek amaçlanmaz, çıkarılacak ders okura bırakılır. İzleyici ile oyun arasında canlı bir bağ kurulur. Oyunun sahnelenmesi sırasında seyirci de oyunun bir parçası konumundadır.Öğe Marıe Ferrantı'nin Mantova Prensesi Adlı Romanına Bir Yeni Tarihselci Yaklaşım(2010) Tilbe, AliThis study proposes to analyze the Princess of Mantua by Ferranti, using the method of New Historicism, in the context of the relationship between the truth and fiction. Ferranti introduced history into his fiction with a new historicism approach. This approach deconstructs the structure of the historiographical tradition and launches a hypothesis of the fictionality of history and the historicity of fiction. And yet, all history written subjectively by a political power with personal biases can never tell us the truth. The writer tries to problematize the truth and the fiction in historical sense in his own narrative hybrid. The novel relates the story of Barbara of Brandenburg, a German princess, who came to marry the Duke of Mantua in Italy, Louis de Gonzague. Ferranti. Taking inspiration from the couple’s bedroom, designed by Mantegna, an Italian painter of the fifteenth century in the ducal palace of San Giorgio in Mantua, the novel recounts scenes photographic illusionist of historical perspective. Reflections of magical paintings find their meanings in writing. Finally, not only the story is fictionalized but also the fiction is historicizedÖğe REŞAT ENİS AYGEN’İN AFRODİT BUHURDANINDA BİR KADIN ADLI ROMANINDA ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ: YAZIN TOPLUMBİLİMSEL OLUŞUMSAL YAPISALCI BİR İNCELEME(Namık Kemal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, 2015) Tilbe, Ali; Tilbe, FethiyeReşat Enis Aygen (1909-1984), Maxim Gorki tarafından çerçevesi çizilen Toplumcu gerçekçilik ve doğalcı yazın akımlarının, Türkiye’nin erken Cumhuriyet dönemindeki önemli temsilcilerinden birisidir. Kapitalist sistem içinde yoksul ve ezilen toplumsal sınıfların yaşamda kalma savaşımlarını, Emile Zola, Orhan Kemal gibi keskin bir gözlem gücüyle en çarpıcı biçimde yapıtlarına taşıyan Aygen, Nazım Hikmet’in ‘Türk edebiyatının temel taşı’ olarak tanımladığı Afrodit Buhurdanında Bir Kadın (1937) adlı romanında, bir Anadolu kadınının çalışma yaşamında karşılaştığı zorlukları, özellikle de uğradığı cinsel ve bedensel saldırıları, genel anlamda da işçi sınıfının durumunu toplumcu gerçekçilik penceresinden doğalcı bir tutumla betimlemeye çalışır. Dönemin toplumsal yapısını, acımasız ve baskıcı sömürü düzeni ile baskın dünya görüşünü belli bir diyalektik içinde yansıtan yazar, yaşadığı dönemdeki tanıklıklarını, çarpıcı bir biçimde yapıtına taşımayı dener. Roman, amcasının yanından öksüz büyüyen, Yıldız adında bir kadının ibretlik ve acıklı kurgusal yaşamöyküsü aracılığıyla, yine onun bakış açısından döneme tutulan bir ayna gibidir. Her ne kadar sanatsal kurgu açısından kimi noksanlıklar söz konusu olsa da, roman dönemin çalışma ilişkilerini yansıtması açısından önemli bir inceleme nesnesidir. Biz bu çalışmada, Afrodit Buhurdanında Bir Kadın’ı, Lucien Goldmann’ın Oluşumşal Yapısalcılık adını verdiği Marksçı yazın/roman toplumbilimi yöntemiyle çözümlemeyi amaçlıyoruz. Anlama ve Açıklama aşamalarından oluşan bu yöntem, metni, bir yandan yapısalcı bir yaklaşımla çözümlerken, bir yandan da incelemeye tarihsel ve toplumsal bir boyut eklemler.Öğe Romaın Gary'den Yeni Ötesi Bir Özkurgusal Roman: Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı(2013) Tilbe, Ali; Turğut, HalukYirminci yüzyılın sonlarında, özellikle seksenli yıllardan başlayarak yeni ötesi (postmoderne) bir dönem söz konusu olur. Bu dönemin getirdiği toplumsal ve yazınsal eğilimler sonucunda anlatı evreni önemli ölçüde değişikliklere uğrar. Kökleşik anlatılara özgü ayrıcalıklı yerini yitiren özne, değişik görünümlerle anlatıya geri döner. Bu yeni süreçte Fransız yazınında üç temel eğilim öne çıkar: 'Yazmanın öyküsü, yazarın öyküsü ve bilimlerarasılık'. Eskiden beri değişik adlandırmalarla beliren özyaşamöyküsü ya da özyaşamöyküsel roman türü üzerine yetmişli yıllarda Philippe Lejeune tarafından kuramsal bir çerçeve çizilmeye çalışılır. Seksenli yıllardan sonra Lejeun'un çizdiği bu kuramsal çerçeveden hareketle Serge Doubrovsky roman ve özyaşamöyküsü arasında kalan bir ara anlatı türü olan özkurgu / özkurmaca (autofiction) adlı bir yeni türün kuramsal temellerini atar. Bu yeni tür, bir yandan yazarın yaşamına ilişkin gerçekliği kuşku götürmeyen veriler taşıdığı için özyaşamöyküsü türüne yaslanırken öte yandan kurgusal olan yönleriyle de roman türünün özelliklerine iyedir. Türün belirlenmesine yönelik tartışmalara başka kuramcıların da katılmasıyla birlikte, Vincent Colonna tarafından özsöylenceleme (autofabulation), Arnaud Schmitt tarafından özöyküleme (autonarration) gibi özyaşamöyküsü arasında yer alan bu melez türle birlikte benli anlatılar, yeniötesi bir görünümle anlatı evreninde yeniden gündeme gelir. Biz bu bildiride yukarıda bahsedilen yazınsal yaklaşımlara kısaca göz attıktan sonra yirminci yüzyılın önemli Fransız yazarlarından Romain Gary'nin Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı yapıtını bu yaklaşımla çözümlemeyi amaçlıyoruzÖğe Siyasal Roman Kuramı: Türk Yazını Örneği(2017) Tilbe, AliRoman, 19. yüzyılda Avrupa'da yeni özgürlükçü/kentsoylu yaşam biçimini öyküleyen bir tür olarak belirir. 20. yüzyılda yazılan Marksist toplumsal gerçekçi romanlar yalnızca çağına ayna tutmakla yetinmez, onu değiştirmek ereğiyle düşüngüsel aygıtlar olarak kullanılır. Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Mihail Şolohov, Maksim Gorki, gibi siyasal güdümlü yazarlar, dünya görüşlerini okura iletmek ve onu bilinçlendirmek için kalemlerine sarılır. Roman, geçen yüzyılda yaşanan siyasal olaylara tanıklık eden en önemli kurmaca evrenidir. Biz bu makalede, siyasal romanın tarihsel gelişimini, siyasal roman kuramı çerçevesinde sorunsallaştırmayı ve siyasal romanların çözümlemelerinde sorgulanması gereken önemli bağlamları tartışmayı amaçlıyoruz.Öğe Umut Adası Filminde Göç Süreci: Emek, Sosyo-Ekonomik Çatışmalar ve Uyum Perspektifinden Bir İnceleme(2020) Tilbe, Fethiye; Tilbe, AliSenaryosunu Ayşe Öztürk’ün, yönetmenliğini ise Mustafa Kara’nın yaptığı ve 2006 yılında gösterime giren Umut Adası filmi, Türkiye'de yaşadıkları bir takım tehditlere bağlı göreli güvensizlik algısı nedeniyle çözümü ulusötesi göçte arayan ve yolları Londra'da kesişen Asil (Halef Tiken), Yusuf (Gürkan Tavukçuoğlu), Vildan (Arzu Yanardağ) ve Tuğra (Alican Yücesoy)’nın öykülerini, yaşanmış deneyimlerden devinimle seyirciyle buluşturmuştur. Eğretilemeli ve simgesel bir anlam taşıyan film, bir ada devleti olan Britanya’yı ve oradaki güvenlikli ve esenlikli yaşam arayışlarını imlemektedir. Kimileri dil öğrenmeyi ya da iş bularak ekonomik refaha ulaşmayı hedeflerken, kimileri de Türkiye’de işlediği suçlardan kurtulmayı ya da çocuklarına güzel bir gelecek kurmayı düşlemektedir. Filmin odağında, alanyazında düzensiz göç olarak tanımlanan ve yasadışı yollarla yurtdışına göç eden insanların acıklı ve hüzünlü öyküleri yer almaktadır. Bu çalışmada, Umut Adasıfilminde işlenen öyküleri kurmaca ve gerçeklik bağlamında emek, sosyo-ekonomik çatışmalar ve uyum olguları çerçevesinde izleksel bir yaklaşımla göç öncesi, göç sırası ve göç sonrası olmak üzere üç aşamada incelemeyi amaçlıyoruz.Öğe Umut Adası Filminde Göç Süreci: Emek, Sosyo-EkonomikÇatışmalar ve Uyum Perspektifinden Bir İnceleme(2020) Tilbe, Ali; Tilbe, FethiyeSenaryosunu Ayşe Öztürk’ün, yönetmenliğini ise Mustafa Kara’nın yaptığı ve 2006 yılında gösterime giren Umut Adası filmi, Türkiye'de yaşadıkları bir takım tehditlere bağlı göreli güvensizlik algısı nedeniyle çözümü ulusötesi göçte arayan ve yolları Londra'da kesişen Asil (Halef Tiken), Yusuf (Gürkan Tavukçuoğlu), Vildan (Arzu Yanardağ) ve Tuğra (Alican Yücesoy)’nın öykülerini, yaşanmış deneyimlerden devinimle seyirciyle buluşturmuştur. Eğretilemeli ve simgesel bir anlam taşıyan film, bir ada devleti olan Britanya’yı ve oradaki güvenlikli ve esenlikli yaşam arayışlarını imlemektedir. Kimileri dil öğrenmeyi ya da iş bularak ekonomik refaha ulaşmayı hedeflerken, kimileri de Türkiye’de işlediği suçlardan kurtulmayı ya da çocuklarına güzel bir gelecek kurmayı düşlemektedir. Filmin odağında, alanyazında düzensiz göç olarak tanımlanan ve yasadışı yollarla yurtdışına göç eden insanların acıklı ve hüzünlü öyküleri yer almaktadır. Bu çalışmada, Umut Adasıfilminde işlenen öyküleri kurmaca ve gerçeklik bağlamında emek, sosyo-ekonomik çatışmalar ve uyum olguları çerçevesinde izleksel bir yaklaşımla göç öncesi, göç sırası ve göç sonrası olmak üzere üç aşamada incelemeyi amaçlıyoruz.Öğe YENİÖTESİ EVRENİN YANSISI KÜÇÜREK BİR ANLATI: JEAN ECHENOZ’DAN BEN GİDİYORUM(Namık Kemal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, 2015) Tilbe, Ali; Sezgintürk, Pınar20. yüzyılın ilk yarısından başlayarak yaşanan yıkımlar zinciri, dil, din, ırk gözetmeksizin tüm insanlığın yazgısını değiştirecek ve toplumbilim, felsefe, bilgibilim gibi alanların yanı sıra yazın alanında da etkisini gösteren büyük değişim ve dönüşümlere neden olur. Bu dönüşümlerin en çarpıcı görünümlerinden birisine kuşkusuz yeniötesi (fr. postmodern) dönem tanıklık etmektedir. Bu dönemde özgürlüğün en iyi biçimde dışa vurulduğu sanat dallarından biri olan yazında, geleneksel anlatı göndergeleri, yapıbozuma (fr. déconstruction) uğramış olarak yer almaya başlar. Anlatılarını yeni ufuklara taşımak isteyen yeniötesici yazarlar, yirminci yüzyılın başında geçiş dönemi ile başlayan ve yeni romanı izleyen süreçte, kökleşik yazının sınırlarını ortadan kaldırarak dış gerçekliği ya da dış dünyayı birebir yansıtmak yerine düşsel bir ortamda okura sunmaya yönelirler. Alışageldik kurmacalara benzemeyen bu anlatılar, yeniötesi olarak tanımlanan uygulayımlarla örüntülenir. ‘Yeni yeni roman’ ya da yeniötesi sanatın, yenilikçiliğe karşı geliştirdiği eğilimlerden biri olarak değerlendirilen ve yazın alanına mimariden / güzel sanatlardan geçen küçürekçilik (fr. minimalisme), çağdaş Fransız yazınındaki yeni yönelimlerden biridir. Bu çalışmamızda, yeniötesi uygulayımları kullanarak, az yazıp çok şey anlatma ereği güden yazarların biri olan Jean Echenoz’un kendisine Goncourt ödülünü kazandıran Ben Gidiyorum adlı romanında yeniötesi kuramın yazınsal eleştiri yöntemine başvurarak küçürekçi bir okuma yapmayı amaçlıyoruz. Jean Echenoz’un yeniötesi dönemde ortaya çıkan yeni toplumsal yapıyı ve bu yapıya egemen olan baskın düşüngüyü yeni yazınsal araçlarla nasıl algıladığını sorunsallaştırarak, yeniötesici dönem ile yazınsal uzam arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşimi belirlemeye çalışmaktayız.